bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Kırmızı Masal

kendimi bu şehre ait hissetmiyorum.
gideceğim şehre de. oradan başka bir şehre de gitsem.
kendimi kimseye ait hissetmiyorum. kendime de.
belki burası biraz ben gibi kokuyor. ya da siz gibi.

Kendime masallar anlatmayı çoktan bırakmıştım. Bırakma nedenim de kendi içinde çok hüzünlüdür. Oturursan ve bir kahve de bana yaparsan anlatmaya başlarım. Sütlü köpüklü olsun. Köpüksüz kahvelerin hiçbir çeşidini sevmem. Hazırsan başlayalım.

Vaktiyle çizdiğim karakterler alıp başını gitmişti. Ehh tabi ki bunun akabinde ben de neden kendimi çizmiyorum diye kendime sordum. Zaten içimden bir dürtü beni buna sormaya itip duruyordu. Sordum ve beklenilen cevabı aldım. Hâl böyle olunca oturdum kendimi çizdim. Her bir detayıyla ilgilendim. En güzel renklerle renklendirdim, en taze çiçekleri ekledim ve kendimi bildiğim en iyi masalın içerisine yerleştirdim.

Siz bakmayın en iyi masal dediğime. Her yanı kir pas içerisindeydi. Belki silinmesinin en büyük nedeni de buydu. Tertemiz duygular kokan karakterlere alışkındı masallar. Oysa ben kırmızı kaplı defterimden kokuşmuş beklentileri yükledim omuzlarına. Taze kokan çiçekler bile değiştirmedi havadaki sisi. Burasını en sonda söylemeliydim. Zaten en sonda söylenecek sözü hep en başta söylüyorum. Geçelim burayı.

Masalın karakteri ben olduğuma göre her şey de benim istediğim gibi olmalıydı. Her gün biraz ondan, biraz bundan ekleyip durdum. Yeri geldi çirkin kalpli adamlar ekledim, yeri geldi beni çok seven adamlar. Bazen de süpürgesi olmayan ama süpürgeli cadıyı aratmayan cadılar ekledim. Çok üzüldüğüm zamanlar da oldu. Üzüntümde sırtımı sıvazlayacak dostlar ekledim. Sonra bir bir onlar gitti. Yenilerini ekledim. Masala giren her adamdan ve her kadından kendime öğütler çıkardım. Masalın sonunda üç elmayı düşüremeyecek olmanın kırıklığı ile iyiler her zaman kazanır ya da kötülük edersen kötülük bulursun öğüdünü oluşturmaya çalıştım.

Ancak işler biraz farklı ilerledi. Karakteri ben çiziyor, en iyi masala yerleştiriyor ve hala o üç elmayı düşürebilmek için beklentilere düşüyorsam o elma ağacını kökten keserim dedim. Öyle de yaptım. Masalımın kahramanı bile olmayı beceremedim.

Ve sonra anladım ki;

Ben bu masala bile ait değilim.

Buruk

Unutmamış.
Koca bir yalan.
Bunların hepsi kendisine ihanet.
Yoruluyorum.
Uyanmaktan elbette. Başka ne olacaktı?
Bir başka deyişi yok bu burukluğun.
Anlamayacaklar.
Her savaş içinde büyük bir yenilgi.
Zaferlerin hepsi ayak bağı.
Gidiyorum.
Varlığımı yokluğuna yoğurarak.
Bulaşan öfkelerin hepsi düne yayılıyor.
Unuttum.
Sarı sokak lambası eşliğinde ağıtlar yaktım.
Hatıraların hepsi kül.
En iyisi müebbet sessizlik.
İçimdekine.

Nasılsın?

3sqs

“Yorgun görünüyorsun.” dedi.

Kendi kendime konuştuğumu başımı kaldırıp baktığım zaman fark ettim. Çok şey anlatmıştım. Nerede iyi bir şey var, kıyıdan köşeden toplayıp onları sunmuştum önüne. Bu sefer kararlıyım dediğim ne varsa hepsini ballandıra ballandıra aktarmıştım. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Kısa bir sessizlik oldu. Bilirsiniz, birkaç saniye bazen dakikalar gibi gelir. Öyle anlardandı.

Sessizliği bozmak için aklımdan birçok şey geçiriyordum. Hangisini öne sürsem derken bir şey oldu. İki kelime döküldü dudaklarından. İnsan bazen bazı şeyleri duymayı beklemiyor. Senin birçok dönemini bilen bir insan tarafından duymayı hele hiç beklemiyor. Sendeliyor, ayağı tökezleyip yuvarlanıyor.

Sadece benim anlattıklarımı dinledi ve “yorgun görünüyorsun” dedi. Ben cevap verebilmek için kelimeleri bir araya getirmeye çalışırken sorduğu bir soruyla artık bozguna uğradığımın farkındaydım.“Nasılsın?”

Ben iyiyim. Ben çok iyiyim. Her şey yolunda. Yeni kararlarım, yeni dönemlerim ve yepyeni yarınlarım var diye anlattığım bilmem mi kaç dakikalık tiradımdan sonra bu soruya verebilecek tek bir kelimem bile yoktu. Yetmezmiş gibi ikilendiler ve ben sadece onlar konuşurken eski dönemlerimi düşündüm. Hiçbiri bundan daha iyi değildi ya da hiçbiri bundan kötü değildi. Her dönem kendi içinde güzellikleriyle ve çirkinlikleriyle boy gösteriyordu. Ancak en çok şu dönemlerime özlem duyduğumu fark ettim. Elbette yine onun sesiyle kendime geldim.

“Kime diyoruz acaba? Hiç mi düz kafa olmayacaksın sen?” diye sordu ve eski çirkef haline geri döndü. Ancak benim karşı çıkacak ya da yeni tezler üretecek enerjim yoktu. Haklıydı, çok yorgundum. Ama insan bunu duymayı beklemiyor. İki dudak arasından çıkıp kulaklara ses olup gelene kadar bu gerçeği reddediyor. Sonra orada bir yerde karşılaşıyorsun.

“Orada olsaydım.” dedi aniden. Belki biraz daha farklı olabilirdi her şey. En büyük sıkıntılarımız, onun hayatıma burnunu sokması, benim onu geri püskürtmem ve bir hakim karşısında anlaşmaya varmamız olurdu. Çok da bunalırsam bir süre görüşmeyelim der aylarca ortalardan kaybolurdum. Şımarıklık gibi görünse de kendimle kalmak isterdim.O da bilirdi yine aylar sonra hiçbir şey olmamış gibi aynı yerden devam edeceğimizi.

“Bundan 4 yıl öncesinin bu zamanlarını hatırlıyorum. Büyüdün, büyüdük.” dedi. Sonra ikimizde içimizdeki gizli yere dokunmanın sancısını gözlerimizde gördük. Biliyorum, ikimizde birbirimizi düşünerek kendimizi topladık. Derin bir nefes aldık ve sonra gündelik yaşamın koşturmasına atladık. Ancak ben daha asıl vurgunu birazdan yaşayacağımdan bihaber, her şeyi unutarak komiklikler şakalıklar yapıyordum.

Pat diye söylediler. “Dönmemeye karar verdik.Bir ona bakıyorum, bir diğerine. Elbette onlar için seviniyorum ama ben burada hele ki böyle günlerde gün sayarken hazır değildim buna. Uzun uzun anlatıyorlar. Ardından bilmem mi kaçıncı kez dinlediğim belirsizlik senfonisine başlıyor. Bir insan hiç mi nefes almadan başka bir insanı bu kadar iyi azarlayabilir? Bebeğin acıkmasıyla benim senfonim de sona eriyor.

Ancak şunu fark ediyorum; yine iki insan hayatındaki ömrümün sonuna geldik. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Hayat hengamesi; herkes farklı diyarlarda, ayrı renkler peşinde…

Bir şey

bilmiyorum. çok şey olabilir. hiçbir şey  de olmayabilir.
zaten çoğu zaman hiçbir şey olmaz. insan alışıyor.
gitmelere de gelmelere de. en kötüsü ne biliyor musun?
hiçbir şeyliğe alışıyorsun.

Aslında burada size başka şeyler aktarmak isterdim. En azından kahvem yanımda olabilirdi. Eskisi gibi şarap da olabilirdi. Ancak ne kahve ne de şarap var. Şarap içmeyeli de uzun zaman oluyor. Aylardan hangi aydı anımsamıyorum ama birkaç ay önceydi. Şirince’den gelen kavunun tadına daha yeni bakıyordum. Yarım kaldı. Zaten hep bir şeyler yarım kalıyor.

Eksiklik ve yarımlık arasındaki farkı da idrak edemiyorum aslında. Yarım kalınca da eksik oluyorsun, eksik kalınca da yarım oluyorsun. Bir koşucunun bitiş çizgisine varamadan yarı yolda kalması gibi bir şey bu. O da elbette bitiş çizgisine ulaşmayı istemişti ama bu isteğine nefesi izin vermedi. Belki de hızlı bir kalkış yaptı. Koşucuya nereden geldik bilmiyorum. Koşucu yok, zaten bir şey de yok. Hiçbir şey yok.

yarım kalan şeyleri düşünüyorum.
belki de yarım bıraktıklarımı. bu fark etmiyor.
mesela. taslaklarda olan onca yarım yazı.
hepsi içlerinde ayrı hüzün barındırıyordur.
belki de yarımlıklarının hayal kırıklığı vardır. bilemiyorum.
tuhaf. bu gece çok sessiz. biz gibi.

Nereden tutsam bir şeyler dökülüyor. Yarıda kalanların kırıntılarını hangi halının altına süpürdüysem ortaya çıkarmak istiyorum. Bir şeyleri görünmeyen yerlere saklamanın lüzmu yok. Bir süre sonra kırıntılar ayak altına gelmeye başlıyor. Sonra her yer kir pas içinde.

Bir dakika burada bir şeyler yanlış gidiyor. Şu anda ben bu yazıyı burada bırakmak istiyorum. Böylece, yalnız ve bir başına. Zaten hep böyle oluyor. Hiçbir şey yokken her şeyi bir başına bırakmak istiyorum. Bu hiçbir ve her şey döngüsünde zafer kimde onu da bilmiyorum. Zaten konumuz da bu değil. Konumuz Şirince’den gelen şaraptı. Tadını sevmemiştim, anımsamıyorum. Tadını alabilecek kadar da içememiştim. Evet, konumuz tam olarak o şarabı neden içemediğimdi. Sadece kırılmıştım.

Aslında bilirsin, sadece görmek istemezsin. Görüp de görmezlikten gelmeye başladığın an kırılma hakkın elinden alınır. O günün ya da bugünün pek bir önemi yok. Ne kadar ertelersen ya da kaçarsan orada bu gerçekle karşılaşacaksın. Ha Cumartesi olmuş ha Pazar. Boş ver, en iyisi uyu.

akşam yemeğinde babam hepimizi susturdu. dersini verdi.
bildiğimiz hep söylediğimiz şeydi. ama bilmiyorum.
hani babadan duyunca hem de böyle günlerde. tuhaf oluyor insan.
annem  işte yaşadığı bir sıkıntının çözüme kavuşmasını anlatıyordu.
babam susturdu. ve dedi ki.
kimsenin mutsuzluğuyla mutlu olmayın.
sonra da ekledi.
yanınızda da olmalarına izin vermeyin.

Bu arada yazının konusu aslında hiçbir şeymiş. Bir şey beklememeliydiniz. Üzgünüm. Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. Ama insan bazen başlarken nereye gideceğini ve nerede bitireceğini bilemiyor.

 

Ocak 25.
01.17
Çorlu

Amelie

Sanırım bu geceyi ve yarın sabahı hiçbir şey tarif edemeyecek.
Aslında tarif etmeye çalışmıyorum.
Biraz burukluk, biraz da kırıklık var.
Hepsi bu.
Ben susayım. Siz anlayın.
Ya da anlamayın. Ben anlarım.

Yazıp yazıp sildiğim onlarca kelimeyi de bırakıyorum bir köşeye. Ben bu şarkıyı severim, çok severim. Ben Amelie’yi de severim. Bilirsiniz, ne kadar sevdiğimi. bazenoyleolur’u hep onun kırmızı kazaklı fotoğrafıyla sevmiştim. Hangi ara kaldırdım o fotoğrafı bilmiyorum. Peki ya hangi ara kalktı o kırmızı balonlu fotoğraf?

Bir şeyler tesadüf olmamalı.
Şehir aynı, oda aynı, yatak aynı, bulunduğum konum tam olarak aynı.
Peki ya ben?
Bambaşka.

Amelie izlerken uyuyakalmaya gidiyorum.

Sıcak Kavuşma

Screenshot_3

Bildiğim o sıcak kavuşma aklımda ne varsa unutturuyor. Kırgınlıklarım, kızgınlıklarım ve hatta sancılarım aklımdan uçup gidiyor. Her şey yolundaymış hissi sarıp sarmalıyor. İnanamazsınız ama bu çok güzel bir duygu.

İnsanlar sürekli bir yerlere koşturuyor, insanlar sürekli durmaksızın konuşuyor. Onların yerine yoruluyorum. Koştururken konuşmaya fırsat bulabilen hayatımdaki herkes adına biraz olsun yoruluyorum. Hepsi adına dünlere ağıt yakıyorum. Bu çok tuhaf. Mesela kırgınlıklarım eteklerimden dökülüyor ama ben ayağa kalkıp herkes adına içime kırılıyorum. Sonra bildiğim o sıcak kavuşmalarla içimin kırgınlıklarını söküp atıyorum ve her şeyi unutuyorum.

Aylar belki de yıllar önceydi hatırlamıyorum. Sadece hatırladığım hayatım ile ilgili ciddi bir karar verip her şeyi unutmaya karar vermiştim. Ara sıra perdeyi çekince sızlıyor ama dokunmazsam anımsamıyorum bile. Şimdi de nedenini bilmediğim kırılma noktalarını yaşarken hiçbir şeye dokunmamaya özen göstermek yerine her şeye dokunuyorum.

Ben zaten anlatamıyorum. Onlar da anlamıyor. Bakın bu da çok ilginç bir döngü değil mi? Ben anlatamadıkça onlar anlamıyor. Döngüyü bozmak için biraz olsun anlatmaya çabalıyorsun tüm her şeyi boğazına diziyorlar. O zaman da tekrar kabuğuna geri dönüyorsun. Güveni ancak kendi kabuğunda ve kendi evinde hissedebiliyorsun. Yaşanılanlar, sanki kendi dünyan dışında sana huzur yok diyor.

Suyun üzerindeyim. Nefes darlığımı düşünerek boğulmamı bekleyen onca nefesler, eli boş dönüyor seyirlerinden. Çünkü ben buradayım. Tam karşılarına geçip gülümsüyorum. Her şey pamuk kadar hafif geliyor şu günlerde. Her şeyi ve herkesi ardımda bırakıp yeni yarınlara kulaç atabilirim. Baştan sona tüm fikirlerimi ve yaşantımı değiştirebilirim. Garip tarafı nedir biliyor musunuz? Bu kadar çabuk bir şeyleri unutabilecek kararlılıkta olabilirim.

Uyanıyorum. Yeni bir gün. Sporla başlayan yeni 24 saat.

Sessiz harflerle kulağıma fısıldıyorum. Her şey yolunda.

“Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor.
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.

Ödüllü bazenoyleolur.com

1526309_10152047814669854_1882459144_n

Bu yazı “Hayatımda iyi şeyler de olmuyor değil.” temalı bir yazıdır.

Buraya hiç hoppidi hoppidi neşeli haberler vermiyorum. Bir türlü neşeli haberler vermeye fırsat bulamıyorum. Aslında bilirsiniz, hep böyle oluyor. Keyifsiz şeyleri yazmaktan neşeli haberlere fırsat bulamıyorum. Diyeceklerim o ki sevgili okurlar, size keyifli bir haberim var.

Finale kaldığımı öğreneli çok uzun zaman oldu. Yine aynı şekilde ödülümü de alalı epey oldu. Ancak yoğunluktan ve koşturmadan bir türlü bloga ilgi ve alakayı gösteremedim. Bu yüzden çok muzdaribim. Hayıflanmalarımı geçersek ve sadede gelirsek arkadaşlar, artık bazenoyleolur.com ödüllü bir blogtur. Lililili. :))

Haziran ayında başvurulan, Kasım ayında sonuçlanan ve Aralık’ın 17’sinde töreni olan Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’nda İnternet Yayıncılığı kategorisinin Blog alt kategorisiyle yarışmaya katılıp yarışmacı arkadaşlara başarılar dilemiştim. Elbette yarışmayı unutup aylar sonra yarışmaya katılan bir başka arkadaşın hatırlatmasıyla aklıma geldi. Ancak yine son 4-5 aydır bloga yeterince ilgiyi göstermediğim için pek umutlu olduğum söylenemezdi.

Sonra bir gün sınava girmek için fakülteye girdiğimde finalist olduğum haberi suratıma şak diye verildi. Keyifsiz günün neşeli bir hâl almasını sağladı. Finalist olduğumu bildikten sonra da sevgili bloguma kollarımı açıp sevemedim. Hep bir hengame yaşadım ve uzak kaldım. Bu yüzden olsa gerek hatalarımı bildiğim için ödül törenine giderken de birinciliği beklemiyordum. Dediğim gibi hep bir üçüncülük vardı aklımda. Üçü de çok severim, onun da etkisi büyüktür.

Ödül töreninin çok güzel geçtiğini yine çılgınlarca eğlendiğimize girmek istemiyorum. Sonuç olarak üçüncü açıklandığında ikinci olmuşum diye sevindim. Sonra ikincinin ismi açıklandığında küçük çaplı şoktan sonra “bazenoyleolur.com” hep benim yanımda diyebildim. Ziya Kürküt sunuculuğunu yapıyordu ve bazenoyleolur ile ilgili espri yapmaktan geri kalmadı. İrfan Değirmenci’den de ödülümü aldım.

Asıl tuhaf olan ise Seçil’in ve hocalarımın ikinci olana o kadar çok sevinmeleriydi. İkinci de olmadığım için birincilik artık bendeydi. Ancak onlar ikinciye o kadar çok sevindiler ki bir an benim için değil de ikinci için orada olduklarını düşündüm. Hatta tüm gece de bunun üzerine espriler yaptık durduk. Başlı başına çok keyifliydi.

bazenoyleolur.com’un ödül almasında en çok siz okuyanların katkısı olduğunu biliyorum. Benim yazmayı bıraktığımda dahi mailler atarak beni hiç yalnız bırakmadınız. Şarkılar göndermekten eksik kalmadınız. Varlığınızı her daim hissettirdiniz. Sanırım o yüzden bu başarı benden daha çok beni yalnız bırakmayan sizlere geliyor.

Hiç tanımadan bazenoyleolur’u sevdiniz ve yalnız bırakmadınız.

Her birinize tek tek teşekkür ederim.

Riyakâr

<a href="http://www.youtube.com/watch?v=uO3IG-oRpis?hl=en"><img src="https://i0.wp.com/www.bazenoyleolur.com/wp-content/plugins/images/play-tub.png" alt="Play" style="border:0px;" data-recalc-dims="1" /></a>

İnsanlar çok acayip. Çok ilginç bir yapımız var. Mesela çok arsızız ve bununla birlikte riyakâr bir tavrımız var. Hayatta hiçbir şey bizden önemli değil ve hiçbir şeyin kendi isteklerimizin önüne geçmesine izin vermiyoruz.

Uzaktan izliyorum. Böyle samimiyetsiz ve mide bulandırıcı bir ortamda nasıl insanlar nefes alabiliyor anlam veremiyorum. Birbirlerinden ölesiye nefret ederken hangi çıkarlar doğrultusunda birleştiklerini ve nasıl arsızlaştıklarını tartmaya çalışıyorum. Kendimce bir sınır belirliyorum ve en azından o sınırda kalabileceklerini düşünüyorum. Kalmıyorlar a dostlar. Her geçen gün biraz daha yüzsüzleşip değerlerini satıyorlar.

Şaşırıyorum. Nasıl bu kadar karakterlerinden ödün verip hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorlar, anlamıyorum. Bu kadar bencil, ikiyüzlü ve samimiyetsiz olmak zorundalar mıydı merak ediyorum.

Önce mideme yüksek şiddetli oranda kramp giriyor . Midem bulanıyor. Uzaklaşıyorum. Sonra da hepsini siktir ediyorum.

En temizi ve en anlamlısı.

Şarkının tadını çıkartalım.

Aslında Ben Yokum

Ne çok olmuş buraya yazmayalı. Aslında çok kez bir şeyler yazmaya başlayıp ikinci paragrafta taslaklara gönderdim. O değil, bu değil, şu hiç olamaz diyerek ne çok zaman geçirmişim fark etmedim. Sahi bu arada 2013 de aynı 2012 gibi değil mi ya?

Yoğun final haftalarını ardımızda bıraktık çok şükür. Onca sinir stres hepsi şu üç günlük dünya için çok fazla değil mi a dostlar? Onca sinir ve stresten sonra adam gibi tatili hak ettim, hak ettin. Hepimiz hak ettik yahu. Şu an sadece 5 dersim açıklanmış olsa da diğerlerinden de büte kalmayacağımı düşünüyorum. Böylece bütsüz tatilimi 1 aya uzatmış görünüyorum.

Pazar günü temizlikle İzmit’te son günümü bitirdim. Ahh bu arada Pazartesi günü bir staj görüşmem vardı. Bu yüzden Pazartesi erkenden kalktım. Kahvaltıları ne kadar çok sevsem de kahvaltıyı tek başına yapmayı bir türlü sevemedim. İşte bu yüzden çok çabuk hazırlanıp elimde bavul ilk otobüse atlayıp İstanbul’a geçtim. Oradan Taksim sonra Nişantaşı ve sonra arkadaşımla görüşüp heyecanlı bir staj görüşmesine geçtim.

Görüşmeden önce tüm şirketi araştırdığım için kapıyı açan kadının bile adını bildiğimi fark ettim. Çok sıcak bir karşılamadan sonra görüşmeye başladık tabi. Bu görüşmenin benim için ilk önemli anlamı da kariyerimdeki değişikliğe attığım ilk adım oldu. Mezuniyet yaklaşırken bırakıyorsun o beş parasız olsam bile gazeteci olacağım düşüncelerini. Elimde başka bir kariyerde olsun istiyorsun. Biz iletişimcilerin de işte en büyük problemiydi bu. Bir mühendis değilsin ki yerin doldurulmasın. O bölümü okumamış daha düşük ücretle çalıştırabilecekleri biri varken, seni tercih etmemeleri için o kadar geçerli(!) sebepleri oluyor ki.

Diyeceğim o ki görüşmeye çok heyecanlı başladım. Ama tam bir sohbet havasında geçti. Hatta saatlerce sohbete devam edebilirdim. Benden düşünmemi istedi, sonuçta aklında acaba mesleğimde mi kariyer yapsam diye düşünebilirsin dedi. Zaten aklımdaki sorular da tam olarak buydu. Tam olarak emin değildim ama bir yerlerden başlamadan da emin olamazdım. Yaşamak ve görmek gerekiyordu. Sadece düşüncelerinle hayatına yön veremiyorsun. İşte şu an benden telefon bekliyorlar. Tamam deyip takvimimi gönderdikten sonra İstanbul’da staja başlayacağım. 4 gün İstanbul, 3 gün İzmit yoğunluğunu kaldırabilecek miyim asıl korkutan bu beni. Bunu da zaman gösterecek.

Tatilimin ilk günü iş görüşmesi ve yollarda geçti. Bugün de şöyle bir İnci’nin yanına gidip kahve içerim diye planlanmıştı ancak son 2-3 haftada öyle yorulmuşum ki gece kafamı yastığa koyduğum an yarın evden çıkacak halim olmadığını anladım. İşte o saat bu saattir evden dışarı çıkmadım. Açtığım müziğimi, okudum kitabımı. Benim için tatil demek kesinlikle bu olmalıydı.

Çok şatafatlı tatil planlarınızı anlayamıyorum. Benim için tatil demek kendime zaman ayırmak demekti. Sevdiğim kitapları, arşivlediğim filmleri izleyip saatlerce yorum yapmak demekti. Sıcak çikolatamı içip pijamalarımla odadan odaya gezmek demekti. Hatta şöyle 1 hafta geçirmek istediğimi bile itiraf edebilirim. Ama ne mümkün. Yarın kitap fuarına gidip oradan da İnci’nin yanına geçip beyaz çikolatamı içeceğim.

İzmit’ten ayrılınca İzmit’i özlüyorum.