bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Pandeminin yorgunluğu

Her şey değişir.

Değişimler iyi ya da kötü değildir. Değişim, değişimdir.

Ne kadar çok şey değişmiş. O kadar çok güncelleme gelmiş ki yazıyı yanlış yere yazıyormuş gibi hissediyorum. Eski alışkanlıklarımızı bir anda görememek ve bıraktığımız gibi bulamamak elbette ki önce korkutuyor. Gelecek günler bendeki etkilerini daha iyi göreceğiz. Hissediyorum.

Bazen planladığım gibi ilerlemiyor bazı programlar. Biliyorum, hiçbir zaman istediğimiz gibi ilerlemezler. Bazı günler gerçekten güne iyi başlamak için çok basit bir program hazırlıyorum. Uyanmak ve güzel bir motivasyon ile yapılacakları gerçekleştirmek dışında planladığım ve programladığım hiçbir şey olmamasına rağmen her şey birbirine dolanıyor ve biterken gün ben uzaklara dalıp nasıl da hiçbir şey yapamadığımı düşünerek iç geçirip dertleniyorum. Kimi zaman bu bir döngü haline geliyor. Bu döngüden çıkmak ve kendimi kurtarmak isterken daha çok bu döngünün kurbanı olmuş gibi hissediyorum.

La vie…

Son günlerde enerjimi buldum derken artan sıcaklık ile bu kez de beynimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Neyi arayıp bulursam bir başka şeyi kaybediyorum. Bu tarz durumlarda her şeyi yakalayıp camdan bir dolaba kitlemek ve ihtiyaç halinde kırıp hepsini kullanmak istiyorum. Biliyorum ki şu günler tam olarak ihtiyaç duyduğum bir döneme denk geliyor. Pandeminin üzerimde bıraktığı ölü toprağı saçlarımı keserek atabileceğimi düşünmek biraz iyi niyet oldu.

Her ne kadar her yer açılmaya başlamış ve tünelin ucundaki o parlak ışıltı gözlerimi kamaştırıyor olsa da içimde biriktirdiğim kırıklıklarım, pişmanlıklarım, üzüntülerim, sevinçlerim, tutkularım, kahkahalarım nereye, nasıl yönleneceğini bilemiyor. O yüzden yine her zaman olduğu gibi duygularımı karşıma alıp konuşmak yerine ardıma bakmadan kaçmak istiyorum. Bu da Fransa’nın bana katmış olduğu iyi ya da kötü diye nitelendiremediğim bir davranış oldu.

Aslında kaçmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü bu zamana kadar kaçtığım ne varsa beni koşturmamış aksine geri geri yürütmüş ve kendisine çekmiştir. Şimdi de sorgulamak istemediğim ve bir miktar ötelere itelediğim fikirleri karşıma alıp “ne var ne yok” diye sormam gerekiyor. Zamanımı iyi organize edebilirsem…

Yapılacak projeler, gidilecek yollar, sürülecek patenler ve çalışılacak eğitimler mevcutken kendimi hiçbirini yapamazken buluyorum. Yıllar sonra da buraya böyle geri dönüş yaparak yine bir bazenöyleolur klasiği olarak sözler verip ben geldim demeyeyim. Çünkü gelmedim. Biliyorum ki yazmak istediğim ve dökmek istediğim kelimeler var ama şimdi değilin kurbanı olarak bir başka zaman dilimine kargo yapıp gönderiyorum.

Hala buralara girip çıkan ve okuyan birileri var mı bilmiyorum ama eğer sen şu an bu yazıyı okuyorsan umarım iyisindir. İyi ol.

Yeninin eskiyi kucakladığı anlara…

Biraz sana, biraz bana. Ya da hiç kimseye. Ama, o hep bildik hislere…

.

İnsanların hayatlarında her şey adım adım bir o kadar da evre evre gerçekleşirken benim dünyamda her şey bir anda pat diye gerçekleşiyor. Ben daha ne olduğunu anlamadan hayat bambaşka yöne sürüklemiş oluyor. Sanırım o nedenle ara sıra böyle uzkalaşmalara durup nefes alabilmek için ihtiyaç duyuyorum. Nitekim kendi kararlarımın sonuçlarını yaşadığım müddetçe bu sürüklenmelerden oldukça keyif aldığım da elbette doğru. Ancak kimi zaman ruhum yoruluyor ve bir yastığa kafamı gömüp gözlerimi kapatmak istiyorum.

Yorgun muyum? Hiç olmadığım kadar. Keyifli miyim? Tahmin edemediğin kadar.

Yine bir kulaklığın kabloları gibi her şeyin birbirine dolandığı şu günlerde aklıma gelen “göçmen” olgusunu ister istemez kendimle değerlendiriyorum. Dile kolay doğduğum büyüdüğüm topraklara gitmeyeli yaklaşık 1 yıl oluyor. Tam bu 1 yıldır sevdiklerimden; ailemden ve arkadaşlarımdan uzakta sadece uzaktan ilişkilerimi sürdürüyorum. Birkaç güne ise elimde tek adres olmadan bavullarımı alıp yola çıkalı 5 yıl olacak.

İlk yılları düşünüyorum. Mesela geldiğim ilk yıl içinde birçok kez gidiş geliş yapmıştım. Zaten hep öyle değil mi? İlk yıllar sık sık ziyaretlerde bulunurken her geçen yıl bu ziyaretler azalmaya ve sonunda da seyrekleşmeye başlar. Nereden mi biliyorum? Çünkü ben, sen ya da o fark etmeden alıp çantasını bir başka ülkeye göç edenlerin ilk baştaki endişeleri daha sonra farklı endişelere ve streslere devriliyor. İlk başlarda acaba buraya alışabilecek miyim, bu dili öğrenebilecek miyim, acaba gerçekten arkadaşlarım olacak mı soruları istediğim işi bulabilecek miyim, ana dili olan insanlar varken beni tercih etmelerini nasıl sağlayabileceğim sorularıyla yer değiştirirken bir bakmışsın bütün o sorular ardında kalmış. Günler ayları, aylar yılları kovalarken cevabını verdiğin her soruda biraz daha gelişiyor, biraz daha değişiyorsun.

Şöyle baktığımız zaman kimimiz politik nedenlerden, bazılarımız daha iyi bir hayat sürdürmek için, kimimiz ekonomik nedenlerden ve bazılarımız da sadece yeni bir dünya keşfetmek için doğduğu ve büyüdüğü ülkeyi ardında bırakıp başka bir ülkeye “evim” demek için yola çıkıyor.  İşte, o ilk zamanlar eski evininin özlemi burnunun direklerini sızlatıyor ve özlem kokusu burnuna her tüttüğünde bir solukta evini, bildiğin dünyayı ve hatta kendini ziyaret ederken buluyorsun. Çünkü hala o zaman o eve eski diyemiyor ve eski ile yeni ev arasında ikilemde kalıyorsun. Çünkü biliyorsun ki oradaki sen, aslında sensin. Hep bildiğin sen. Diğer taraftaki emeklemeyi yeni öğrenen senden çok daha tanıdık. İçinde bir yerlerde dile getirsen de getirmesen de bunun savaşını veriyorsun. Bu savaş bazen çok yıpratıcı ve derinden etkileyen bir süreç olabiliyor. Bu nedenle bu deri değişimini yaşamak istemeyenler yeni dünyanın etinden sütünden faydalandıktan sonra bavullarına güzel anılar ve tecrübeler ekleyerek geri dönüyorlar.

Kalanlar ise artık iki ayrımı tepeden tırnağa yaşamaya başlıyor ve her iki taraftaki evim dedikleri ülkeye bakıyorlar. Sanıyorlar ki bıraktıkları o eski evde, her şey aynı kaldı. Öyle olmuyor…

Mahallesinde saklambaç oynadığın, sokaklarında kızlı erkekli maç yaptığın, ilk aşkını ve yine ilk aşk acısını yaşadığın o şehir her geçen gün senden uzaklaşıyor. Sevdiğin arkadaşlarının gelişmelerini facebooktan ya da instagramdan gördükçe gönderiye kalp diğer bir deyişle “like” atıyorsun. Ayrıca şanslıysan en yakın arkadaşlarının en güzel haberlerini içinde bulunduğun whatsapp gruplarından alıyorsun. Sonra dönen sohbetlere bakıyorsun ve aslında o dönen güzel sohbetlerden ne kadar da uzaklaştığını hissediyorsun. İçinde yer almadığın selfieler her yeri sarmaya başlıyor. Gündemler çok sık değişiyor ve takip etmekte zorlanıyorsun. Aslında takip etmeyi de farkında olmadan bırakmışsın. Alışıyorsun… Bir tek özel ve güzel günlere alışamıyorsun… Bir şeyler hep içinde bir yerde eksik kalıyor. Çünkü biliyorsun ki o fotoğrafın içinde olsaydın sen de öyle gülecek ve o güzel anların tadını sevdiklerinle çıkartabilecektin. Ama şimdi uzaktan hiçbir şey hissetmiyorsun. Haber kaynağında hızlıca gönderilere beğeni atarak geçiyorsun.

Ama tuhaftır ki eski evine döndüğün o küçük sürelerde hiç kopmamış gibi bağlarına tutunuyorsun. Ailenle doyasıya zaman geçiriyorsun. Online platformlardan aktaramadığınız ne kadar şey varsa onları karşılıklı daha da özenli paylaşıyorsunuz. Bazı arkadaşların evlenmiş oluyor, hem de hiç tahmin etmediklerin. Bazıları da kendilerini başka şeylere adamış oluyor. Herkes hem biraz aynı hem de biraz farklı gibi. Kızlı erkekli hepiniz bir araya geliyorsunuz ve eski günlerdeki gibi sohbetin dibine vuruyorsunuz. Hayatlarınızda kaçırdığınız, şahitlik edemediğiniz ne varsa o birkaç saatte hiç susmadan sığdırmaya çalışıyorsunuz. Sonra bir dahaki sefer için şimdiden plan yapmaya başlıyorsunuz.

Sonra kendi evine dönüyorsun…

Aslında sen de başka bir evde yeni fotoğraf karelerini yeni arkadaşlarla doldurmaya başlıyorsun. İlk başta hiçbir zaman anlamayacağını düşündüğün o kültürün esprilerini ilk anlamaya başladığındaki o hissettiğin duygu, tıpkı ilk yabancı dilde gördüğün rüya ile aynı hissiyatı yaşatıyor. Belki de evim demeye o andan itibaren başlıyorsun. Önceleri yaşadığın o iki dünya arasındaki ikilem, şimdi terazide daha farklı bir hâl alıyor. Kendine evim dediğin, ülkem dediğin o ikinci yaşamın koşturmasına kendini kaptırmış oluyorsun.

İşte… Bazen yoruluyorsun. Durup nefes almak istiyorsun.

İşte o durduğun anlarda eski seni çok özlediğini hissediyorsun. Hangisi sendin ve hangisi senindi kestiremiyorsun. Belki de kendinin de her şeyin etinden sütünden yararlandığını düşünüp bavulları ortaya çıkarmak gerektiğini düşünüyorsun. Özlemek, o eksiklik, o bir şeylerin yarımlığı içinde derin bir sızı oluşturuyor. Çünkü biliyorsun ki anadilinde yaşamamak hep biraz eksik bırakacak. Sonra biraz diğer tarafa geçeyim neler oluyor gündemde diye göz atıyorsun. Kadın cinayetlerini, korkunç çocuk istismarlarını, her gün kavga eden insanları, toplumun mutsuzluğunu ve her geçen gün artan hoşgörüsüzlüğü ekşisözlükte sadece birkaç dakika göz gezdirerek görebiliyorsun. Hele ki diğer platformlara ve gazetelere baktığın zaman bir kez daha yeni evinin sana yuva olmuş olmasına şükrediyorsun. İçinde yaşarken hissetmediğin ya da alıştırılmış olduğun her şey 5 yıl gibi bir süreden sonra ilk gördüğün şey oluyor. Üzülüyorsun. Çünkü biliyorsun ki orası da senin yuvan. Ama sonra yine biliyorsun ki artık burası da senin yuvan.

Zaten biliyorsun ki orada da kimse eskisi gibi değil. Sonuçta sen iki yuvanın nimetlerinden ve güzelliklerinden faydalanıp bugünkü senin hamurunu iyice yoğuruyorsun.

Geçmişe iç geçirirken geleceğe umutla bakıyorsun.

septembre. vesoul.

Kolay Fransızca – Assimil

Önceden paylaşmış olduğum Assimil’i tekrar paylaşıyorum. Eski link hayatını kaybettiği için düzenli aralıklarla sağdan soldan tekrar paylaşmam için yorumlar alıyordum. Bilgisayarımı da çaldırmış olduğum için dosyalarımı kaybetmiştim. Bu yüzden paylaşamıyordum.

Bugün tezim için hard diskte bir şeye ihtiyacım vardı. Hard diskte dosyalar arasında kaybolurken çok güzel bir dosya buldum. Sizler için de bence çok güzel haber. Assimil de bunların arasındaydı. Hasret bitti. Değil mi?

Assmil dosyasını hemen drive’a atarak sizlerle paylaşayım dedim. Umarım arayıp bulamayanlar bu güzel haber ile mutlu olur.

Hayat paylaştıkça güzel. 

Dosyalara tam olarak buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Nefes al, nefes ver.

Hangi kelimeyle satırlara başlayacağımı bir türlü oldum olası bilemedim. Aslında baktığımız zaman ve hatta her zaman ilk aklıma gelen kelime “bazen” olmuştur. Zaten oradan geliyor ya bazenöyleolur felsefesi. Hayatımın odak noktası yaptığım ve her sıkıştığım noktada başvurduğum “aman bazen öyle olur, ne olacak” canım duygusu iyi ki var, hayatımda. 

İnanmazdım ama insanlar değişiyor. Değişiyorum. Şu yazıyı yazdığım wordpress bile son yazdığım yazıdan bu zamana epey değişmiş. Sabit fikirli değilim, insanlar değişmez keskinliğine inanmıyorum. Hepimiz değişiyoruz, bazılarımız daha iyiye bazılarımız daha kötüye ve bazılarımız da sadece ileri doğru. Aslında büyüdükçe olgunlaştığımızı düşündüğümüz her şey değişimin bir parçası olmuyor mu? 

Değişmeyen şeyler ise hayatımızın ortasına oturuyor ve bazen bize ya el sallıyor ya da köşelere bir yerlere saklanarak nanik yapıyor. Elbette benim de hiç değişmeyen yanlarım, kendimi istediğim ve zorladığım halde teslim edemediğim duygularım ve biraz olsun törpüleyemediğim köşelerim var. Bazen köşelerimden birleştirip bir üçgen oluşturup iç açılar toplamı yapıyorum.

Mesela, asla durmuyorum; biraz olsun nefes almıyorum. Eğer gerçekten nefessiz kalırsam bu sefer komple her şeyi bir pazar torbası gibi ortaya bırakıyorum. Kapının dışına bıraksam biraz daha kolay olabilir ama ben tam olarak evimin tam ortasına o torbayı bırakıyorum. Biliyorum, kolay kolay o noktaya gelmiyorum ama hangimizin o ince zeminde ayağı kaymıyor ki. Hele ki bazılarımızın ayağında topuklular varken… Mesela pes etmiyorum. Kulağa ilk başta çok hoş gelen bu durum aslında insanı içten içe kemiren bir döngüye sokabiliyor. En azından beni sokuyor. Ama belki bir başka yol daha vardır diye diye beynimin bütün parçacıklarını “güm güm” diye zonklatırken uzun bir süre de verimli uykuya hasret kalıyorum. Hoş değil. Ve bu hayatta hoş olmayan ama bir şekilde hayatlarımıza dokunan o kadar çok var ki… Keşke artık dokunmasalar. Duyduğumuz ve bildiğimiz bütün kötü şeyleri keşke beynimizin spam kutusuna gönderebilsek. Evet, beynime spam kutusu oluşturmaya çalışıyorum.

Bu arada bir de şey vardı değil mi? Her şey çok güzel olacak.  İnsan inandığı kadar yaşarmış. Bu cümleye inanalım hatta sıkı sıkı sarılalım. Hayatımın her döneminde güzel şeyler gördüm. Kötü şeyler halının altına süpürülmez ama pes de etmemeliyim diyerek üstlerini hortum ile yıkadım. Halbuki önce dip köşe toz almak ve yine dip köşe süpürmek ve sonunda da mis kokulu bir deterjan ile silmek lazımdı. Bu yüzden bir anda güneş çıktığı zaman yoğun tazikli suyun vermiş olduğu su lekeleri güneş ışığıyla gün yüzüne çıkıyor. Yapmayalım, yapanı uyaralım.

Bu yazı da “ne diyecektim ne oldu” oldu yine. Hatalı değil, iki kere oldu var burada. Okuyunca tuhaf geliyor ama içinden tonlamalı sesli okuyunca güzel oldu. Bence yani.

 

Ara sıra blogta buluşalım.

Özleşmişiz.

Hasret giderelim.  

Alors

Ne dinliyoruz?

Sam and Sam
Harold O’Neal

Güçlü olmaktan istifa edebiliyor muyuz?
Ya da
kendimden istifa edebilir miyim?

Ben bilmiyorum, belki siz bilirsiniz diye düşündüm. Bir bakıma bilmek de zorunda değilsiniz, değiliz. Her şeyi de bilmeyelim. Çünkü zaten bildiklerimizi sandıklarımız ayağımıza takılıp çorap örüyor. Bilmediklerimiz ise hayatımızı alt üst… Aslında az önce bir soru ile karşılaştım ve bu soru beni tam da bu noktaya getirdi. “En son kendin için ne zaman bir şey yaptın?” Aramızda kalsın ama hatırlamıyorum. Hayatın koşturmasına o kadar kendimi kaptırmışken en son gerçekten neyi isteyerek ve zevk alarak yaptım bilmiyorum. Hedefler, planlar, to-do listler yapmaktan ve bunların hepsini gerçekleştirmeye çalışmaktan belki de en çok kendime zaman yetmedi. En son neyi gerçekten ruhumu beslemek için yaptım hatırlamıyorum. Peki ya sen, hatırlıyor musun? En son ne zaman gerçekten kendin için nefes aldın? 

Bir yerlerden başlamak üzere ben de buraya geldim. Hele ki son dönemlerde her şeye yeniden başlıyorken buraya da tekrar başlamanın ruhumu besleyeceğine inanıyorum. Hep öyle değil miydi? Bir şeyleri kırıp döküp buraya kaçardım. Kimbilir belki yine öyle olur. Ruhuma ve kalbime olan küçük isyanlarım buralarda diner ya da ateş topu gibi olur el yakar.

Aklım, kalbim, ruhum ve ajandam yani tam olarak her şey karışık şu sıralar. Belki henüz el yakmıyor ama yürek yakıyor. Şu günlerdeki ruh halimi tek tek madde madde listelesem belki daha kolay olabilir her şey. Listeleme huylarımı biraz da hissettiklerime yapmayı başarabilseydim belki o zaman listenin başında “hadi Tuğba ilk iş uzun yollar, çok uzun yollar” maddesi yer alabilirdi. Yetişilecek trenler ve gidilecek çok uzun yollar var. Ama ben ne yapıyorum, tam geçen yıl Haziran ayında kendime verdiğim sözü tutabilmek için gitmiyorum. Duruyorum, durdukça boğuluyorum, boğuldukça kayboluyorum.

Sıkıldım. Kahve var mı?

Gel birlikte içelim.

Fransa’da Yüksek Lisans Eğitimi

Öncelikle belirtmem gerekir ki Fransa’da Fransızca bilmiyorsanız hayat sizin pek kolay değil. Master eğitimi ücretsiz olup ama tüm anadili İngilizce bir bölüm ile daha önce ne karşılaştım ne de duydum. İngilizce bölümler daha çok “école de management” gibi okullarda oluyor. Bu okullarda da okulun kalitesine ve sıralamasına göre kayıt ücreti ortalama yıllık 5,000 €’dan başlıyor. Yani bu yüzden sizin önünüzdeki en büyük engel FRANSIZCA. O yüzden sizi Fransızca öğrenmeye davet ediyorum. Eğer bu sürece zaten daha önce girdiyseniz de büyük büyük kolaylıklar gelsin. Bitmeyen bir çiledir, iyi bilirim. Devam ediyoruz.

Üç yol ayrımı var.

  1. Fransızca biliyorum/öğreniyorum. Dil belgesini halledeceğim/hallettim. Bu yolun kendi içinde de 2 farklı yolu var.
  2. Fransızca hiç bilmiyorum. Her şeye sıfırdan başlamak istiyorum. (Buna burada değinmeyeceğim. O da ekstra bir konu oluyor.)
  3. Fransa sisteminin Allah belasını versin, ben diğer Avrupa ülkelerine bakacağım diyorsanız acilen Ctrl+F4 yapmanızı öneriyorum.

Yolunuzu seçtiyseniz elimizde iki yol seçeneği kalıyor.

Burada da karşınıza iki yol çıkıyor.

Türkiye’de misiniz? Fransa’da mısınız?

1. YOL

Türkiye’de olanlarla yolumuza devam ediyoruz. Fransa’da olanlar direkt 2. yola geçebilir.

– Öncelikle Fransızca sınavına girip minimum DELF B2 ya da TCF C1 almanı şiddetle tavsiye ediyorum. Hatta eğer alabiliyorsanız DALF C1 için çalışmalısınız. Artık birçok okul DALF C1 istiyor. Belge tamam mıdır? Tamamsa devam ediyoruz.

Fransa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yabancı öğrencilerin başvurusu için her ülkede oluşturmuş olduğu Campus France isimli eğitim ajansı bulunuyor. Fransa’daki bölümlerin %99’u buraya kayıtlı. Zaten eğer Fransa’da yaşamıyorsanız başvuru dosyanızı bu ajans üzerinden kabul ediyorlar.

Campus France sitesine buradan kayıt oluyoruz. http://www.turquie.campusfrance.org/tr

Orada aslında birçok dosyayı size soruyor. Her şeyi detaylı ve düzgün bir şekilde doldurmanızı öneririm. Şimdi bu resmi ajansın en büyük özelliği aynı anda yanlış hatırlamıyorsam 10 tane okula tek bir dosya üzerinden başvurabiliyorsunuz. Yani siz dosyanızı 1 kere göndereceksiniz ama 10 okul için bu dosya gidecek. Bunun inanılmaz pratikliği var gerçekten.

Bu dosyalar neleri kapsıyor diye sorarsanız onlar da aşağı yukarı şöyle:

  • Motivasyon mektubu
  • CV
  • Diploma (Fransızca noter tasdikli çeviri)
  • Transkript
  • Başvurulan master bölümüne göre değişen ön proje dosyası. Bazı bölümler araştırılacağınız “mémoire” tez konunuzu dosya olarak isteyebiliyor.
  • En az 2 adet referans
  • Minimum B2 Fransızca yeterlilik belgesi

Bazı bölümler, ön eleme yapabiliyor, ardından da Türkiye’de olduğunuz için skype üzerinden sizinle mülakat yapabiliyorlar. Daha sonra tekrar bir değerlendirme ile size olumlu ya da olumsuz sonucu bildiriyorlar.

Evet, tüm aşamalardan sonra sonucunuz olumluysa tebrikler, olumsuzsa başvurduğunuz bölümle kendi eğitiminiz arasında çok fazla fark olabilir. Ya da gerçekten ne kadar çok motivasyon sahibi olduğunuzu gösterememiş olabilirsiniz. Pes etmeyin. İlk başvurular bazen öyle rastgele olabiliyorlar. Daha çok detaylı çalışıp yeniden kollarınızı sıvayın.

2. YOL

Fransa’da olanlarla yolumuza devam ediyoruz.

– Her üniversitenin kendine ait özel bir sistemi olabiliyor. Bununla birlikte her üniversitenin hatta aynı üniversite içerisindeki bölümlerin de son başvuru tarihleri değişebiliyor. Bunları gerçekten bir başvuru ajandası yapıp tek tek not almanız gerekiyor. Başvuru tarihinden 1 saat sonra bile ellerine ulaşsa bu konuda çok netler. Yani deadline tarihlerine kesinlikle sadık kalmalısınız.

– İstediğiniz bölümün hangi üniversitelerde olduğunun listesini çıkartıp tarihleri de not ettikten sonra başvuru sistemlerini inceleyin. Öncesinde o sisteme kendi bilgilerinizi girip hazır bir şekilde başvuru tarihini bekleyebilirsiniz.

– Fransa’daysanız zaten aklınızda en az 1 şehir vardır diye tahmin ediyorum. Bu nedenle doğrudan bir bölümün belgelerine ulaşıp hepsi için hazırlamaya başlayabilirsiniz.

Neler gerekiyor? Doğrudan aslında ilk aşamadaki belgeler gibi belgelere ihtiyacımız var.

  • Motivasyon mektubu
  • CV
  • Diploma (Fransızca noter tasdikli çeviri)
  • Transkript
  • Başvurulan master bölümüne göre değişen ön proje dosyası. Bazı bölümler araştırılacağınız “mémoire” tez konunuzu dosya olarak isteyebiliyor.
  • En az 2 adet referans
  • Minimum B2 Fransızca yeterlilik belgesi (Artık birçok okul DALF C1 istiyor. Bu yüzden eğer seviyenizin C1 olduğunu düşünüyorsanız lütfen C1 sınavına giriniz.)

Başvuru aşamasını genelde başvuru dosyasını açıklıyorlar. Mülakat olup olmayacağını da oradan bilebiliyorsunuz. Belgelerinizi teslim ettikten sonra belgeleriniz inceleniyor. Eğer eksik hiçbir şeyiniz yoksa dosyanız jüriye çıkıyor. Yani eksik verdiyseniz ilk aşamada eleniyorsunuz. Eğer mülakat varsa dosyanızı beğenirlerse mülakata davet ediliyorsunuz. Mülakat kesin olarak kabul edildiğiniz anlamına gelmiyor. Mülakatı da geçtikten 1 hafta sonra sonuçlar açıklanıyor. Eğer mülakat yoksa jüri zaten dosyanızı beğendiyse 10 gün sonra da onun sonucunu alıyorsunuz. Umarım güzel sonuçlarınız olur. 😊

Mülakat detaylarına burada girmeyeceğim. Çünkü o apayrı bir konu. Ben kendi mülakatımda kendi kaderimi çizdim. Mülakattan korkmayın, rüzgarı kendi yönünüze çevirebilirsiniz. 😊

FRANSA’DA ERASMUS

Fransa’da Erasmus yapıyorsanız işler sizin için biraz daha kolay olacak. Sonuçta en az 1 dönem Fransız sisteminde eğitim almış oluyorsunuz. Fransızca belgeniz de varsa biraz çalışma ile kabul almamanız için bir engel bulunmuyor.

Eğer Fransızca bilmiyorsanız ve Fransa’da kalmak istiyorsanız sizi acilen Fransızca öğrenmeye davet ediyorum. İngilizce eğitim almak istiyorsanız dediğim gibi genelde onlar ekstra pahalı oluyor.

Dilerim her şey çok güzel olur.

Yolunuz hep açık olsun.

 

Böyle böyle

 

♥ Kahvaltı yerini kahveye ve bir parça çikolataya bıraktığı sezonu açtığımdan beri güzel günaydınlar yaşayamıyorum.

♥ Beni yine Alpler’e falan ışınlasak ya. Yorgunluktan otele gider gitmez uyuyakalsam ve sabahı tatlı bir yorgunlukla gözlerimi enfes bir manzaraya açsam. Hiç fena olmazdı.

♥ Ben bu tatilde bu sefer çok eğlendim çok.

♥ İçimdeki dans etme enerjisine dur diyemiyorum. Eğer çok bastırırsam mutlaka bir başka şekilde atağa geçiyor. Bir gece yorgunluktan ölürken bir anda aynanın karşısında kendimi zumba yaparken buldum. Müzik mi? Kafamın içinde çalıyordu.

♥ Belki unutmuşsunuzdur, hatırlatayım; 21. yüzyılda insan olmak çok zor. Duygulara sahip çıkmak ise daha zor.

♥ Havanın dengesiz değişimine ayak uyduramıyorum. Hayatım boyunca iklim şartlarından şikayet edeceğimi düşünüyorum. Sıcaktan da soğuktan da bir memnuniyetsizlik hali var ruhumda. Ama kanatlarım var ruhumda. Değil mi Nil?

♥ Hayal Bandosu’nu dinlemeyi size ne kadar çok özlediğimi anlatamam. Keşke o güzel zamanlara geri dönsek.

♥ Kadın olmak azizim. Kadın olmak dünyanın her yerinde zordur. Çocuklarınızı güçlü kadınlar olarak yetiştirin.

♥ Bitirmem gereken projeler, yetişmem gereken trenler ve gitmem gereken yollar var. Hayat hep böyle koşturmalı mı geçecek sanıyorsun?

♥ Herkes gece gündüz sokaklardaysa o zaman kimler çalışıyor?

♥ Her şeyi biliyormuşsunuz gibi davranmak, her konu hakkında yorum yapmak büyük bir sorumluluk değil mi? Neden böyle davranıyorsunuz?

♥ Yazın boş zamanlarda hobi olsun diye youtube kanalı açtım. Yazın tatil yapmaktan boş zaman bulamadım. Öyle de kısır bir döngü oldu. Şimdi okul ve ofisle birlikte ara sıra ilgilenebileceğim bir kanalım var. MERHABA ARKADAŞLAR KANALIMA HOŞGELDİNİZ.

♥ Master kitaplarımdan ilkini bitirdim, ikincisini ise sayfa sayfa okuyabiliyorum. O kadar teoriği ve pratiği aynı anda nasıl yazmayı başarmışlar anlamıyorum. Rica edeceğim üstüme bu kadar gelmeyin.

♥ Ayrıca bir kayıt yaptırmak için 40 gün uğraşmak nedir allahaşkına ya. Canım sekreter, iyi ki varsın.

♥ Birilerinin hayatına karşılıksız dokunmak inanılmaz mutluluk veriyor. İnsanlara yardım edin, yardım etmekten korkmayın.

♥ Sevdiklerinize seni seviyorum deyin. Daha iyi hissedeceksiniz.

♥ Sizi seviyorum.

Özet geçiyorum.

<a href="http://www.youtube.com/watch?v=c47JUYhLebA?hl=en"><img src="https://i0.wp.com/www.bazenoyleolur.com/wp-content/plugins/images/play-tub.png" alt="Play" style="border:0px;" data-recalc-dims="1" /></a>
.

Kıssa’dan hisse.

♥ Yeni fotoğraf makineme bayılıyorum! Ama ara sıra bir tane aynasız alsam hiç de fena olmazdı diye düşünüyorum. Öyle güzel aynasızlar var ki al karşına oturup izle. Yine de benimkine hayır diyemezdim.

♥ Yeni bisiklet aldım; hem de araba fiyatına! Ama bir görseniz öyle güzel ki… Kırmızı renkli, tam bir rüya. Ara sıra akşamları yerinde mi diye kontrol ediyorum. İki tane kilidi olmasına rağmen biri çalacak diye ödüm kopuyor. Bisikletin üstüne not mu yazsam diye düşünmedim de değil. Çalanın annesi babası ölsün !

♥ Les Jours Féries yani Fransa resmi tatilleri için kullanılan ifade tam olarak yaşama kaynağım haline geldi.

♥ Dönem dönem izlediğim, okuduğum ve öğrendiğim şeylerden bahsederdim. İyice ihmal ettim oraları. Son hafta ailesiyle birlikte sinemaya gidip iki ilginç film izledim. Kabul etmem gerekir ki çok iyi seçim yapıyorlar. Son izlediğimiz film “Corporate” oldukça sarsıcı bir şekilde bir iş yerinde gerçekleşen intihar olayını ele alan bir Fransız yapımıydı.

♥ Son dönemlerde okuduğum parça parça şeyler var. Ama elimde “Chroniques de Jérusalem” bitirilmeyi bekliyor.  Önümüzdeki ay bitirmeyi hedefliyorum. Aslında bitirdiğimde yorumlarsam daha iyi olacak. Şu an için yüz-elli sayfa okudum ve kitap yazarın-çizerin aslında otobiyografisi oluyor. O açıdan bakıldığı zaman daha da bir ilgi çekici oluyor.

♥ Kırmızı ajandama her gün bir şeyler not düşüyor ve onları okuyup mutlu oluyorum. Aslında hayat bazen ne kadar da basit.

♥ Tahmin ettiğimiz gibi Macron kazandı. Aslında gerçekten kazandı mı? İşte orası muallak. Fransa, 5 yıl içerisinde en doğru yanıtı tecrübe ederek almış olacak.

♥ Geçen sefer bir türlü kafamı toplayıp başaramadığım düzenlemeyi sonunda başardım. Önce tema değiştirdim, sonra da temanın özelliklerini değiştirdim. Baya baya paslanmışım bu işlerde. Tekrar eskisi gibi uğraşmak keyifliydi.

♥ Eskiden hemen hemen her şarkıya yazı eklerdim. Bugün de içimden eklemek geldi. Hem de o eski zımbırtıyı değiştirdim. Bir dönem bütün mesajlarınız ve mailleriniz şarkılarının adını soruyordu. Şimdiki zımbırtıyla doğrudan youtube linkiyle birlikte şarkının adını karşınızda bulabilirsiniz. Bu şarkı pek tanınmış ve bilinen bir Fransız şarkısı değil ama ben bayılıyorum.

♥ Eski blogger günlerinden kalma bir arkadaşımla konuşurken her seferinde kendimde yeniden enerji buluyorum. Kaç yıllık arkadaşlık olunca tabii ki birbirimizi iyi tanıyoruz. Zaten hala bir o, bir de ben ara sıra yazmaya devam ediyoruz. Birçok konuda fikir alışverişi yaptığım bir dostum olarak yine bir konuda yaratıcı fikirlere ihtiyacım varken kapısını çaldım. Her telden sohbet ederken bir imkansızlık cümlesi kurduğumda “Yürüdüğün yolları düşün Tuğba!” dedi. Öyle güzel geldi ki kendimi toparladım. Bazen ne kadar da çok unutuyoruz; yürüdüğümüz yolları, geçtiğimiz sokakları. Yüreyelim, daha çok güzel günlere doğru yürüyelim!

♥ Dün annem ile telefonda yine sohbetin dibine vurduğumuz sıralarda “ya keşke gelip tanıştırmasaydın öyle çok sempatik ki eğer olur da kafan atarsa diye korkuyoruz.” dedi. Ardından da ufak tefek tehditler savurarak ilişkide tarafını belli etti.

♥ Caroline’in ince düşünmesine bayılıyorum. Geçen gün aradığım bir dosyayı benim için araştırıp hazırlayıp getirmiş. Meğersem bir arkadaş tarafından çıkarsız ve beklentisiz sırf sizi mutlu etmek eden ince hareketlerle karşılaşmayalı ne kadar çok olmuş. Sevgiliyi saymalım. Sevgili başka, arkadaş başkadır.

♥ İdil buradaydı. Yolcu ederken ister istemez burukluk yaşadım. Dilerim her şey yolunda gider ve tekrar buralara döner. Siz planlar yaparken ve onları gerçekleştirmeye çalışırken hayat bir anda gitmeniz gereken mecburi bir yol çiziyor.

♥ Her şeyin başı sağlık, gerisi yalan.

♥ Fransızca makale yazmaktan gerçekten anam ağladı. Her gün bir makale yazıyorum ve tabii ki hala hatasız yazamadığım için bir de onun kontrol derdiyle uğraşıyorum. Yoruldum hocam yoruldum.

♥ Sizi özledim.

Rien

Dünyanın en mutlu eden aktivitesi hiç şüphesiz dans etmek !

Her gün bir gün sonraya ertelediğim planlar arasında kaybolup gidiyorum aslında. Dün gece sabaha kadar sunumlar, projeler, ödevler çalıştım durdum. En sonunda da yorulup açtım bir dizi izleyerek uyudum. Sabah da erkenden kalkarak yollara düştüm. Zaten geçirmiş olduğum uykusuz bir haftadan sonra uykusuz bir Cumartesi de hiç çekilmez oldu. Öğle olmadan eve döndüm.

Öğlen vurdum kafayı uyudum üç beş saat. O da ses gelmesin uykum bölünmesin diye her şeyi kapatmış. Bu sayede uzun yıllardan sonra ilk defa gündüz vakti koca bir 4 saat uyumuş oldum. Uyandığımda sersem gibi olmanın etkisiyle canım pek bir şey yapmak istemiyordu. Ama dedim yok öyle bir dünya. “Kalk kız soğan doğru!!” Şaka şaka. Açtım benim eski playlistlerden, bir yandan hazırlandım bir yandan dans ettim. Allah’ım yok böyle bir huzur! Yok böyle bir mutluluk! Artık kendimi ne kadar kaptırdıysam bilgisayarı kapattığımda resmen çok yorulmuştum. Neyse ki yerine gelen enerjim ile düştüm sokaklara.

Hava çok soğuk değil ama sıcak değil. Böyle üşümüyorsun ama ceketsiz de çıkamıyorsun. Bildiniz değil mi o havayı? Heh işte o havada kaptırdım kendimi. Sonunda buradayım, olduğum yerde. Tarif etmek istemiyorum hatta fotoğraf da koymak istemiyorum. Ama olduğum bu yerde tam olarak kendimi her şeye, herkese ve hatta dünyaya karşı ifade edebilecek gücü kendimde hissediyorum. Güç içimizde, orada öylece duruyor. Sadece biraz dokunmak gerekiyor. Hiç olmadı içinizdeki gücü dürtün!

Hayatın sokaklarında kendimi saklayıp sonra da onu arıyorum. Hayatımda belli önceliklerim ya da vazgeçemediğim hiçbir şey yok. İnsanların hırsları, kendi kırgınlarım, öfkelerim, başkalarının dünyası hepsi nasıl da oldu da bir anda kayboldular gittiler bilmiyorum. Bunu ne ara başardığımın bile farkında değilim.

Kimse o kadar umrumda değil ki kendimi bir kuş kadar hafif hissediyorum.