bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

‘Günce’ Kategori Arşivi

Böyle böyle

 

♥ Kahvaltı yerini kahveye ve bir parça çikolataya bıraktığı sezonu açtığımdan beri güzel günaydınlar yaşayamıyorum.

♥ Beni yine Alpler’e falan ışınlasak ya. Yorgunluktan otele gider gitmez uyuyakalsam ve sabahı tatlı bir yorgunlukla gözlerimi enfes bir manzaraya açsam. Hiç fena olmazdı.

♥ Ben bu tatilde bu sefer çok eğlendim çok.

♥ İçimdeki dans etme enerjisine dur diyemiyorum. Eğer çok bastırırsam mutlaka bir başka şekilde atağa geçiyor. Bir gece yorgunluktan ölürken bir anda aynanın karşısında kendimi zumba yaparken buldum. Müzik mi? Kafamın içinde çalıyordu.

♥ Belki unutmuşsunuzdur, hatırlatayım; 21. yüzyılda insan olmak çok zor. Duygulara sahip çıkmak ise daha zor.

♥ Havanın dengesiz değişimine ayak uyduramıyorum. Hayatım boyunca iklim şartlarından şikayet edeceğimi düşünüyorum. Sıcaktan da soğuktan da bir memnuniyetsizlik hali var ruhumda. Ama kanatlarım var ruhumda. Değil mi Nil?

♥ Hayal Bandosu’nu dinlemeyi size ne kadar çok özlediğimi anlatamam. Keşke o güzel zamanlara geri dönsek.

♥ Kadın olmak azizim. Kadın olmak dünyanın her yerinde zordur. Çocuklarınızı güçlü kadınlar olarak yetiştirin.

♥ Bitirmem gereken projeler, yetişmem gereken trenler ve gitmem gereken yollar var. Hayat hep böyle koşturmalı mı geçecek sanıyorsun?

♥ Herkes gece gündüz sokaklardaysa o zaman kimler çalışıyor?

♥ Her şeyi biliyormuşsunuz gibi davranmak, her konu hakkında yorum yapmak büyük bir sorumluluk değil mi? Neden böyle davranıyorsunuz?

♥ Yazın boş zamanlarda hobi olsun diye youtube kanalı açtım. Yazın tatil yapmaktan boş zaman bulamadım. Öyle de kısır bir döngü oldu. Şimdi okul ve ofisle birlikte ara sıra ilgilenebileceğim bir kanalım var. MERHABA ARKADAŞLAR KANALIMA HOŞGELDİNİZ.

♥ Master kitaplarımdan ilkini bitirdim, ikincisini ise sayfa sayfa okuyabiliyorum. O kadar teoriği ve pratiği aynı anda nasıl yazmayı başarmışlar anlamıyorum. Rica edeceğim üstüme bu kadar gelmeyin.

♥ Ayrıca bir kayıt yaptırmak için 40 gün uğraşmak nedir allahaşkına ya. Canım sekreter, iyi ki varsın.

♥ Birilerinin hayatına karşılıksız dokunmak inanılmaz mutluluk veriyor. İnsanlara yardım edin, yardım etmekten korkmayın.

♥ Sevdiklerinize seni seviyorum deyin. Daha iyi hissedeceksiniz.

♥ Sizi seviyorum.

Özet geçiyorum.

<a href="http://www.youtube.com/watch?v=c47JUYhLebA?hl=en"><img src="https://i0.wp.com/www.bazenoyleolur.com/wp-content/plugins/images/play-tub.png" alt="Play" style="border:0px;" data-recalc-dims="1" /></a>
.

Kıssa’dan hisse.

♥ Yeni fotoğraf makineme bayılıyorum! Ama ara sıra bir tane aynasız alsam hiç de fena olmazdı diye düşünüyorum. Öyle güzel aynasızlar var ki al karşına oturup izle. Yine de benimkine hayır diyemezdim.

♥ Yeni bisiklet aldım; hem de araba fiyatına! Ama bir görseniz öyle güzel ki… Kırmızı renkli, tam bir rüya. Ara sıra akşamları yerinde mi diye kontrol ediyorum. İki tane kilidi olmasına rağmen biri çalacak diye ödüm kopuyor. Bisikletin üstüne not mu yazsam diye düşünmedim de değil. Çalanın annesi babası ölsün !

♥ Les Jours Féries yani Fransa resmi tatilleri için kullanılan ifade tam olarak yaşama kaynağım haline geldi.

♥ Dönem dönem izlediğim, okuduğum ve öğrendiğim şeylerden bahsederdim. İyice ihmal ettim oraları. Son hafta ailesiyle birlikte sinemaya gidip iki ilginç film izledim. Kabul etmem gerekir ki çok iyi seçim yapıyorlar. Son izlediğimiz film “Corporate” oldukça sarsıcı bir şekilde bir iş yerinde gerçekleşen intihar olayını ele alan bir Fransız yapımıydı.

♥ Son dönemlerde okuduğum parça parça şeyler var. Ama elimde “Chroniques de Jérusalem” bitirilmeyi bekliyor.  Önümüzdeki ay bitirmeyi hedefliyorum. Aslında bitirdiğimde yorumlarsam daha iyi olacak. Şu an için yüz-elli sayfa okudum ve kitap yazarın-çizerin aslında otobiyografisi oluyor. O açıdan bakıldığı zaman daha da bir ilgi çekici oluyor.

♥ Kırmızı ajandama her gün bir şeyler not düşüyor ve onları okuyup mutlu oluyorum. Aslında hayat bazen ne kadar da basit.

♥ Tahmin ettiğimiz gibi Macron kazandı. Aslında gerçekten kazandı mı? İşte orası muallak. Fransa, 5 yıl içerisinde en doğru yanıtı tecrübe ederek almış olacak.

♥ Geçen sefer bir türlü kafamı toplayıp başaramadığım düzenlemeyi sonunda başardım. Önce tema değiştirdim, sonra da temanın özelliklerini değiştirdim. Baya baya paslanmışım bu işlerde. Tekrar eskisi gibi uğraşmak keyifliydi.

♥ Eskiden hemen hemen her şarkıya yazı eklerdim. Bugün de içimden eklemek geldi. Hem de o eski zımbırtıyı değiştirdim. Bir dönem bütün mesajlarınız ve mailleriniz şarkılarının adını soruyordu. Şimdiki zımbırtıyla doğrudan youtube linkiyle birlikte şarkının adını karşınızda bulabilirsiniz. Bu şarkı pek tanınmış ve bilinen bir Fransız şarkısı değil ama ben bayılıyorum.

♥ Eski blogger günlerinden kalma bir arkadaşımla konuşurken her seferinde kendimde yeniden enerji buluyorum. Kaç yıllık arkadaşlık olunca tabii ki birbirimizi iyi tanıyoruz. Zaten hala bir o, bir de ben ara sıra yazmaya devam ediyoruz. Birçok konuda fikir alışverişi yaptığım bir dostum olarak yine bir konuda yaratıcı fikirlere ihtiyacım varken kapısını çaldım. Her telden sohbet ederken bir imkansızlık cümlesi kurduğumda “Yürüdüğün yolları düşün Tuğba!” dedi. Öyle güzel geldi ki kendimi toparladım. Bazen ne kadar da çok unutuyoruz; yürüdüğümüz yolları, geçtiğimiz sokakları. Yüreyelim, daha çok güzel günlere doğru yürüyelim!

♥ Dün annem ile telefonda yine sohbetin dibine vurduğumuz sıralarda “ya keşke gelip tanıştırmasaydın öyle çok sempatik ki eğer olur da kafan atarsa diye korkuyoruz.” dedi. Ardından da ufak tefek tehditler savurarak ilişkide tarafını belli etti.

♥ Caroline’in ince düşünmesine bayılıyorum. Geçen gün aradığım bir dosyayı benim için araştırıp hazırlayıp getirmiş. Meğersem bir arkadaş tarafından çıkarsız ve beklentisiz sırf sizi mutlu etmek eden ince hareketlerle karşılaşmayalı ne kadar çok olmuş. Sevgiliyi saymalım. Sevgili başka, arkadaş başkadır.

♥ İdil buradaydı. Yolcu ederken ister istemez burukluk yaşadım. Dilerim her şey yolunda gider ve tekrar buralara döner. Siz planlar yaparken ve onları gerçekleştirmeye çalışırken hayat bir anda gitmeniz gereken mecburi bir yol çiziyor.

♥ Her şeyin başı sağlık, gerisi yalan.

♥ Fransızca makale yazmaktan gerçekten anam ağladı. Her gün bir makale yazıyorum ve tabii ki hala hatasız yazamadığım için bir de onun kontrol derdiyle uğraşıyorum. Yoruldum hocam yoruldum.

♥ Sizi özledim.

Rien

Dünyanın en mutlu eden aktivitesi hiç şüphesiz dans etmek !

Her gün bir gün sonraya ertelediğim planlar arasında kaybolup gidiyorum aslında. Dün gece sabaha kadar sunumlar, projeler, ödevler çalıştım durdum. En sonunda da yorulup açtım bir dizi izleyerek uyudum. Sabah da erkenden kalkarak yollara düştüm. Zaten geçirmiş olduğum uykusuz bir haftadan sonra uykusuz bir Cumartesi de hiç çekilmez oldu. Öğle olmadan eve döndüm.

Öğlen vurdum kafayı uyudum üç beş saat. O da ses gelmesin uykum bölünmesin diye her şeyi kapatmış. Bu sayede uzun yıllardan sonra ilk defa gündüz vakti koca bir 4 saat uyumuş oldum. Uyandığımda sersem gibi olmanın etkisiyle canım pek bir şey yapmak istemiyordu. Ama dedim yok öyle bir dünya. “Kalk kız soğan doğru!!” Şaka şaka. Açtım benim eski playlistlerden, bir yandan hazırlandım bir yandan dans ettim. Allah’ım yok böyle bir huzur! Yok böyle bir mutluluk! Artık kendimi ne kadar kaptırdıysam bilgisayarı kapattığımda resmen çok yorulmuştum. Neyse ki yerine gelen enerjim ile düştüm sokaklara.

Hava çok soğuk değil ama sıcak değil. Böyle üşümüyorsun ama ceketsiz de çıkamıyorsun. Bildiniz değil mi o havayı? Heh işte o havada kaptırdım kendimi. Sonunda buradayım, olduğum yerde. Tarif etmek istemiyorum hatta fotoğraf da koymak istemiyorum. Ama olduğum bu yerde tam olarak kendimi her şeye, herkese ve hatta dünyaya karşı ifade edebilecek gücü kendimde hissediyorum. Güç içimizde, orada öylece duruyor. Sadece biraz dokunmak gerekiyor. Hiç olmadı içinizdeki gücü dürtün!

Hayatın sokaklarında kendimi saklayıp sonra da onu arıyorum. Hayatımda belli önceliklerim ya da vazgeçemediğim hiçbir şey yok. İnsanların hırsları, kendi kırgınlarım, öfkelerim, başkalarının dünyası hepsi nasıl da oldu da bir anda kayboldular gittiler bilmiyorum. Bunu ne ara başardığımın bile farkında değilim.

Kimse o kadar umrumda değil ki kendimi bir kuş kadar hafif hissediyorum.

 

Lundi noir

İçimizdeki son umudu da öldürdüler.

Sendromların annesi bir Pazartesi gününe yağmurlu bir şekilde başlıyoruz.

Jason Mraz her ne kadar hayat harika dese de bazen o kadar mükemmel olmayabiliyor. Ayrıca karşısına dikilip sormak istiyorum. Hani harekete geçmek için birkaç kelime yeterdi? Haykırdık be haykırdık. Dünümüzden yola çıkarak yarınlara doğru sesimiz kısılana kadar haykırdık. Sonra ne oldu? Yine kırık kalpler, yine kayıp umutlar ve kabullenilmiş yenilgiler…

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bunun hesabını kime soracağımızı bile bilmiyoruz. Diyecek çok şey var aslında ama gerçekten diyecek enerji kalmadı. Anlamadılar ve anlayamayacaklar da. O yüzden artık daha fazla yorulmayalım istiyorum. Sonra da bu kadar mıydı diye serzenişte bulunuyorum. Eğer bir yol varsa buradan dönülecek, ne kadar yorulursak yorulalım son damlamıza kadar da savaşalım. Yeter ki biraz olsun ötesini görelim. 11 yaşımdaydım, şimdi 26 yaşımdayım. 15 yıl artık biraz da ötesini görmek için yeterli bir zaman değil mi?

Ben yine bütün acılarımdan kurtulmak için maydanoz suyu içiyorum. Öyle iğrenç bir koku ki bu acıya mı katlansam yoksa kokuya mı tahammül etsem diye düşünüyorum. Sonra da bu saatten sonra hiçbir şey bana koymaz diye düşünerek yaptım çayı. Masada da brokoli beni bekliyor. Zaten biraz daha doktorun reçetesine uyarsam vejetaryen olacağım. Efsane bir Pazartesi günü değil mi?

Kaybettiğimiz yarınlarımızı yeşilliğe boğuyorum. Belki tekrar filizlendirmeyi başarabilirim, kim bilir?

Çok kırık uyandım be günlük

Ne fazla ne eksik

 

Uzay

Hayat tam anlamıyla ilginç sürprizler yapabiliyor.

Ben de kendime ilginç sürprizler yapabiliyorum.

Evet, güzel şeylere karar verdim.

Oturup saatlerce son 2 yılda neler oldu ve hep birlikte neler yaşadık onları buralara yazmanın zamanının geldiğine karar verdim. Ayşe ile her bir araya geldiğimizde “ne zaman artık sex and the city Strasbourg şubesini” kaleme alacaksın diye sorar dururdu. Bu arada sex and the city Strasbourg şubesi dememizin de nedeni her kafadan çalan kadınlar olarak aynı masaya oturup her şeyi bir kenara siktir ediş hikayemizden kaynaklanıyordu. Bu sene herkes emekliliğine ayrılmış mutlu mesut sakin hayatlar yaşarken hem o günleri yad etmek hem de artık yazmanın vakti geldi diyerek kendimi bloga attım. Yani bakıyorum da Danimarka soğuğunu, hatduduhotdudu Köln rezilliğini ve harekete hazırlanan uçağı durduran bazenoyleolur maceralarını hiç anlatmamış bulunuyorum.

Son günlerdeki bünyeme fazla gelen yoğun ders çalışma seanslarından sonra ben artık ekstra bir şeyler yapmaya başlamalıyım dedim. Tabii bu başlayacağım şey içimin kenarlarında bir yerlerinde olan ve tökezlemiş olsa da hep keyif alacağım bir şey olmalıydı. İşte o sırada Ayşe’nin sözleri kulaklarımda çınladı.

Geçmişime yolculuğa çıkarken daha önce de belirttiğim gibi silinen yazılardan geriye kurtulanlarla hayattayım. Hatta biraz daha güçlü olarak buradayım. Tam bu cümleyi yazarken yanımdaki masaya yerleşen tatlı ve yaşlı bir çift vardı. Amca, bu masaya oturduk ama sizi rahatsız etmiyoruzdur umarım dedi. Kusura bakmayın gözüme çarptı farklı bir dil yazıyor gibisiniz, ilgimi çekti diye de ekledi. Sonra 5 dakika amca ile genel olarak sohbet ettik. Tam yazıya geri dönerken; yazmak insanı yaşatır, iyi yaşayın dedi.

Bazı insanlara göre yazmak bazen kötü sonuçlar doğrulabilirdi. Acıları çoğaltabilir ve acılardan beslenmek için acılara tutunup kalabilirdik. Kimisi de acıların üstesinden yazarak gelinebileceğine inanıyordu. Ve az önceki amcaya göre de yaşamanın ta kendisiydi. Bana kalırsa hepsinden biraz ortaya karışık olmakla birlikte dile gelmeyen düşüncelerin parmakların ucundan farkında olmadan usulca akması gibiydi. Hani bazen kötü bir rüya görünce derler ya suya anlat. Su alıp götürür. Yazmak da öyle. Alıp bizi götürüyor, bir yerlerde dinginleştirip geri getiriyor. Yolda oraya buraya uğrayıp çikolataları ve balonları da topluyor. Hayat böyle çok güzel değil mi? Şu soğuklar olmasa daha da güzel olacak.

O zaman hikayenin bir köşesinden bir sonraki yazıda başlıyoruz.

Ne yapıyoruz; okuyoruz.

Yok okumak beni kesmiyor diyorsa üç beş kelam da edebilirsiniz.

Yazmaktan çekinmeyin, çünkü artık buradayım.

Tam da olmam gerektiği yerde.

A bientôt!

Kahve krizi

Bazen çıldırmamak elde değil.

Yani genel olarak çıldırmamak elde değil. Kahvesiz kaldığım günler bu çıldırma hali artarak yükseliyor. İşte bugün de benim için o günlerden biriydi.

İki gün boyunca french pressimi koyduğum yerde kahve lekeleri oluşuyordu. Ben de heralde bir şekilde döküyorum ve fark etmiyorum diye düşünüyordum ama dün o hazin sonuçla karşılaştım. Karşılaşmaz olaydım..
French pressim çatlamış.

Gördüğüm gibi çöpe attım. Zaten tadındaki buruklukten bir şeylerin ters gittiğini anlamam gerekiyordu. Ben gidip Almanyalardan güzel kahveler alayım, makine ise beni terk etsin. Öyle bir mutsuzluk geldi üstüme.
Bu arada geçen hafta internetten bir kahve aracı sipariş etmiştim. En sert espressoları yapmak için birebir oluyor ama daha eve ulaşmadı. Hayır anlamıyorum yani. Şu an yazdığım bilgisayar ile aynı anda sipariş ettim. Hatta aynı sipariş sepetiydi ama bilgisayar geldi, eski bile ama kahve makinemden ses yok. Şu anda beklemek daha da çekilmez bir hal aldı. Zaten yeni bir şey aldığımda evdeki otomatik olarak arızalanıyor. Bilgisayar da öyle olmuştu. Bu eskilerin girdiği tripleri gerçekten anlamıyorum.

Bugün de güne kahvesiz başlayıp ofisten eve döndükten sonra kendimi bir türlü çalışmaya hazır hissetmedim. Zaten kahvesiz çalışmak imkansızken hem kahvesiz hem de soğuk havada çalışmak gerçekten korkunç bir hal alıyor. Ben de bu duruma dur demek için aldım elime laptobu evin altındaki restauranta indim. Double expresso ile geç kalmış bir şekilde güne başlamaya karar verdim.

Hayır zaten devamlı cafeye gidip ders çalışan bir çift olarak bu hafta tek başıma gidip verimli çalışmayı sağlayamadığım için evde çalışmayı denemek istiyordum ama bu da ne mümkün.
Soğuk havalardan nefret ediyorum. Bütün hayat enerjimi sömürüyor. Çok sıcaktan da nefret ediyorum aslında. Ben tamHaziran kadınıyım. Ne öyle bunaltan sıcak, ne o öyle soğuk havalar. Hem bu aşkta Mayıs’ta filizlenip Haziran da meyve vermedi mi?

Kış mevsiminden bu kadar nefret ederken Strazburg’ta yaşamak da çok komik oluyor gerçekten. Zaten bir iki ayı çıkardığın zaman bütün bir yıl soğuk bir şekilde geçiriyoruz. 2 aylık günlük güneşlik sezon için 10 ay üşümeyi göze alıyoruz. Tamam iyi yanları da yok değil. Mesele geçen hafta Noel hazırlıkları şehrin her yanında başladı. 15 gün sonra da Noel pazarı açılışını yapacak. Hem bu güzel şölen için seviniyor hem de biraz tedirginlik duyuyorum. Tam merkezinde geceleri uyurken evim çok sessizken, Noel pazarından sonra durum ne olacak bilemiyorum. Diliyorum ki aynı sessizliği ve sakinliği korur. Gece çıldırıp başlarım ulan noelinize çalışıyoruz burada diye terlik fırlatmam umarım.
Sevgilimi çok özledim. Mesailerimiz ters düştü ve 1 haftadır doğru düzgün vakit geçiremiyoruz. Bu yüzden biraz huysuz ve mutsuzum. Akşamları da çok yorgun oluyor, direkt uyuyorum. İlişkimizin bu çalışma evresi ne kadar özlem dolu oldu. Gün içerisinde birbirimize mesajlar atar olduk.

Acaba eve çıkmadan bir double daha mı içsem? Yok, Tuğba. Abartma.

Fransız makalalere gömülüp yarına bir sunum hazırlamam gerektiğini düşünürsek bence birkaç double expresso ile anlaşabiliriz diye düşünüyorum.

Yanılıyor muyum?
Ben de öyle düşünmüştüm.

Boşluk

Bazen öyle olur. 

Ne çok oldu buralara bakmayalı. Her defasında aynı şeyleri söyleyip kendime sözler verdim ama yazmaya devam etmedim. Bıraktım. Usulca kendimi boşluğa doğru bıraktım. Nerede ve ne zaman kaybolduğuma dair hiçbir fikrim yok. Çantama her defasında yüklenen hayak kırıklıkları artık belimi büküyor.

Neden bilmiyorsun diye sormuştu. Bilmiyorum çünkü kayboldum demiştim. Belki o zamandan beridir ne zaman bir şey sorsa bilmiyorum diyorum. Çünkü bilmiyorum diyerek geçiştirebiliyorum. Artık ne zamana kadar geçiştirebileceğimi bilmiyorum. Zaten insan kendisini de ne zamana kadar geçiştirebilir ki? Ben de öyle düşünmüştüm. Bu nedenledir ki her şey eskisi gibi değil. Belki de hiçbir şey eskisi gibi değil. Ben de eski ben değilim, blogta eski blog değil.

Eski sevgilim yazılarımı sildikten sonra oluşan hayal kırıklığı ile bir daha buralara adım atamadım. İnsan vaktiyle hayatına aldığı insanlardan pişman olmaması gerekiyor. Her insan yeni bir dünyadır. Ama her aptal insan, bir zaman kaybıdır. Zaman kaybı dışında bir de işte blogumdaki yazıları kaybetmiş oldum. Üzerinden aylar geçti ama her bloga girdiğimde sinirim hala yaşıyor.

Şu sıralar kafam çok karışık. Ne istediğimi ne yapmak istediğimi bilmiyorum.

En azından artık bildiğim bir şey var. Eğer olur da Türkiye’ye dönmeye karar verirsem; yalnız dönmüyorum. Evet, bu konuda oldukça ciddi. Ben mi? Hala bilemiyorum.

Bu arada taşınacağım. Bu da çok sinir bozucu bir dert. İstediğim gibi bir ev bulabilmek için sinirlerimi kaybetmek üzereyim. Umarım bir sonraki yazıyı size yeni evimden yazıyor olurum.

Ne güzel olur değil mi? Olsun, lütfen.

Öyle Böyle

Gelin çiçek verelim, yollarına serelim, sevgi dolu türkülerle annemize verelim.

Haftaya anneler günü, dün de annemin doğum günüydü. Neyse ki Cuma günü gidiyorum Türkiye’ye. Doğum gününü ve anneler gününü tabii ki her yıl olduğu gibi bu yıl da tek hediyeyle kapatıyorum. Telefon aldım bu sefer ancak ufak ve ciddi bir problemi var. Android olmasına rağmen bir türlü Türkçeye çeviremedim. Google Play’deki uygulamalar da başarısız sonuçlandı. Nasıl çözeceğim bu durumu bilmiyorum.

Cuma günü Stuttgart üzerinden gidiyorum uzaklara bilinmez diyarlara değil elbette, halis mulis canım ülkeme gidiyorum. Özellikle iki haftadır doğru düzgün yemek yemez oldum. Bıkkınlık geldi, yıldım yeminle. Bütün kiloları Türkiye’ye saklıyorum. Atın üstüme iskenderleri, mangalları…

Gidecek olmamın verdiği bir enerji var ama o enerjiyi hiçbir şey yapmayarak harcıyorum. Canım baya baya hiçbir şey yapmak istemiyor. Pazar günü Ales’e gireceğim bari son hafta otur şu denemeleri çöz ama yok yani olmuyor. Babamın dediği gibi o kitapları buraya taşıyıp çözmeden gerisin geriye götürecceğim. Neyse nasılsa ömrümüzde Ales’e birkaç kez girmek zorunda kalacağız. O zaman kullanılır bu kitaplar.

Erkek kardeşim ve kız kardeşim devamlı kavga ediyor bu da ayrı bir konu. Kız kardeşim bilgisayarı parçalayıp parçalarını evin çeşitli yerlerine saklıyor. Burak da her yerde parçaları arıyor. Sonunda ilginç ilginç yerlerden buluyor. Yağmur ders çalış diye bağırıyor, o sana ne diye bağırıyor sonra da ikisi de ayrı ayrı bana yazıyor. Hangisine ne diyeceğimi bilemez noktaya gelmiştim ki şimdi gidip ikisinin de kulaklarını çekeceğim.

Yağmur az önce Burak’ın telefondan bir şey yazdı. Sonra da benim en sevdiğin kardeşin diye eklemiş. Tabii telefonunu alan Burak durur mu yapıştırır cevabı, kendisini kandırsın o dimi ablacım. İkisini de ısırıp parçalayacağım haberleri yok.

Özledim sıpaları.

Bu arada yaz için planlarım vardı, onlar da komple iptal. Bu konuyu konuşmak istemiyorum; hem sinir oluyorum hem de üzülüyorum.

Oha tam ben üstte tüm plan iptal yazarken güzel haberler aldım. Hadi bakalım, kesinleşince kutlamayı burada davullu zurnalı yapacağım.

Resmen kısa kısa notlara çevirdim blogu ama ne yapayım ya.

Öyle karışık kuruşuk işler işte.

 

Tarif falan veriyorum, inanılmaz.

Nisan ayına yakışmayacak şekilde havalar dengesiz. Bir gün güneşten kaçıyorum, diğer gün soğuktan. İnsanın dengesi de alt üst oluyor böyle havalarda. 

2 gün önce canım durduk yere zeytinli poğaça çekti. Öyle çok poğaça seven bir insan olmadığım için daha önce hiç yapmamıştım. Ama madem iş başa düştü, yapacaktım. Dün işten döndükten sonra annemi aradım. Yine çok çılgınlardı. Babamla edi büdü gibi telefon ve televizyon kavgası yapıyorlardı. Annem yıllardır Deniz Yıldızı’nı izliyor. Ben üniversiteye başlamamıştım bu dizi başladığında. 2 yıl oradan desen 4 yıl üniversite desen bir de bu yıl var. Dizinin en az 6-7 yıl geçmişi var ve her akşam oynuyor. Gerçekten inanılmaz. Annem ve teyzem üniversite hayatını didik didik o diziden öğrendi. Ailelerin psikolojilerini bozuyorlar. :)))

Neyse ben arayınca babam ben konuşacağım, annem ben konuşacağım diyor. Ayy dedim tamam ben ikinize de yeterim. 23 Nisan’dı, kandildi derken lafladık ve asıl benim problemime geldik. Anne bana poğaça tarifi lazım dedim. Babam arkadan kıs kıs gülmeye başladı. Hayır ben size patlıcan tarifimi verirken böyle kıs kıs gülmüyordum yani. Bir daha özel tariflerimi onlara vermeyeceğim. Neyse sonra annem aa geçen gün güzel bir tarif denedim, sen de ondan yap dedi. Ne tarifi dedim. 3-2-1 dedi. Anne küfür mü ediyorsun tarif mi veriyorsun valla belli değil.

Annem belli başlı şeyleri söyledi. Gerisi benim hayal gücüme kaldı. Hayır, tarif veriyorsun, tuzu da ekle diyeceksin unu da. Tarif vermek bunu gerektirir. Zaten alabildiğince un sizce de çok komik değil mi? Ooo alıyor alıyor, daha da alır, dur bakayım hala alıyor, aldır aldır diye devam ediyor bu süreç. 3-2-1 olarak yapmasam da 2-2-1 olarak poğaçamı başarılı bir şekilde yaptım.

Şöyle hemen tarifini de vereyim. Ayy inanmıyorum bu blogta tarif de mi yazılacaktı. Günlük olunca artık günlük hayatımda yemeklerden oluştuğu için çok normal tabii ki bu durum. Her neyse tarifimize gelelim.

2 kabartma tozu.
2 su bardağı yoğurt.
1 su bardağı zeytinyağı
Un, tuz.
1 yumurta akı
Üstü için: 1 yumurta sarısı
İçi için: zeytin, peynir canınız neli isterse…

Hepsini güzelce bir kaba koyup yoğuruyoruz. Güzel bir kıvam elde ettikten sonra elinize parça parça alıp içine bir şeyler koyup kapatıyoruz. Bu aşamada fırını 170 derecede ısıttım. Sonra poğaçalarım ısınınca fırına gönderdim. 25-30 dakika kadar pişirdim ama o sırada ısıyı 200 derece yaptım.

Fırından çıkarttıktan sonra da üstleri kurumasın diye ellerimle birazcık su serptim ve üstünü örttüm. Bence hiç de fena olmadı. Cinzia dün akşam beğenmişti. Bu akşam ise gerçekten çok beğendiğini nasıl yaptığımı sordu. Oldu bu iş kızlar. Böreklerden sonra poğaçaları da geliştirip fırın açmaya karar vermem an meselesi.

Tüm hafta akşamları salata yedim. Tamam salatayı severim, tamam çok severim ama benim için sadece meze olabilirdi. Rejim falan yaptığımdan değil yahu. Yoksa salatanın yanında bol bol ekmekleri götürmezdim. Yemek yapmaya üşendiğim için salataya saldırdım! Evet o kadar çok sıkıldım ki şu sıralar yemek yapmaktan ben de kendimi  salataya verdim. Annem gel ben sana yemek yaparım dedi. Ben gidiyorum!

Mayıs’ın 8’inde Türkiye’ye gider gitmez bütün iskenderleri, köfteleri, mangalları, dürümleri götüreceğim. Ayy yine yemek krizine girdim. Daha fazla çıldırmadan gideyim buradan.

Görüşürüz.

xoxo