bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

juin 2014 Arşiv

Merhaba Hayat!

<a href="http://www.youtube.com/watch?v=oS82gm8quBA?hl=en"><img src="https://i0.wp.com/www.bazenoyleolur.com/wp-content/plugins/images/play-tub.png" alt="Play" style="border:0px;" data-recalc-dims="1" /></a>

İnsan her şeye alışıyor; mezun olmaya bile.

Mezun olmamın üstünden ne kadar geçti acaba? Şöyle bir bakınca aslında ben resmi olarak 26 Haziran’da mezun olmuşum. Henüz birkaç gün olmuş. Perşembe günü tez savunması için jüri karşısına çıktım. Tabi çıkana kadar beklemekten, stresten ve gerginlikten ölebilirdim. Sabah 10:10’da okuldayken sınıf arkadaşlarımın gergin bekleyişi beni de sardı. Jüri karşısına çıkan 6 kişiden 6’sını da düzeltmeye verdiler diye mübalağa yaptıklarını sanıyordum. Ancak ilerleyen saatlerde gerçekten geçen bir elin parmaklarını geçmiyordu.

6. oturumda olduğum için kaç oturumun bitmesini beklediğimi hatırlamıyorum. Ancak bir oturum boşluğunda Yusuf hocayla uzunca sohbet etme fırsatı elde ettim. Sanırım kariyerime farklı yön vermemde etkili oldu. Tabi henüz yönü veremedim ama olsun. Önemli olan en azından artık zamanı gelince ne yapacağımı biliyorum. Aynı zamanda Görsel İletişim Tasarıma başvurmaya karar verdim. Kerim hoca ve Yusuf hocayla onu da konuştuk. Yetenek sınavlarını geçebilirsem ki pek ümitli değilim en sonunda mülakat var. Mülakattan hiç şüphem yok ama hangi ödül töreninde hangi oyuncu ödül almış sorularıyla ve çizim yeteneğimle başta kalmış görünüyorum. Mülakata kadar 3 aşama var ve ben 2 tanesinde de umutlu değilim. Yine de denemek istiyorum. Olur da kazanırsam bekle beni öğrencilik ben geri dönüyorum diyeceğim.

Jüri karşısına çıktığımda gergindim ancak yahu bu adamlardan 2 tanesi ile birkaç saat önce sohbet ediyordun, konu senin konun, nefes al ve başla dedim kendime. Daha önce Türkiye’de ve Dünya’da doğrudan bu başlığı inceleyen herhangi bir tez yazılmamış olmasından bahsederek konuyu anlattım. Çok hakimdim. Öyle hakimdim ki ben bile bu kadar hakim olduğumu bilmiyordum. Jüriyi etkilemekle kalmamış fikre ikna bile etmiştim. Danışman hocam zaten destekleriyle yanımdaydı ama Kerim hocayı ve Gürsoy hocayı da tavlamıştım. Bu kadardı işte. Jüride en uzun kalan ben olmuştum çünkü Kerim hocanın da dediği gibi ilginç bir alandı ve sordukça sorası geliyordu insanın. Keyifli bir jüri geçirdim ve tezimi eline alıp incelemeye bile gerek kalmadı mükemmel, hayırlı olsun dedi ve resmi mezuniyetimi açıklamış oldu.

Bu arada taşındım. Hem de 3 saatte taşındım. Bildiğin baya baya 3 saat. Nasıl oldu diye sormayın inanın ben de anlamadım. Ancak o kadar yorulmuşum ki tozların da etkisiyle gecesinde ufak astım krizi geçirdim. 2 günde de temizlik ve yerleşme kısmını bitirdim. Ancak yerleştirme kısmında Yalçın’ın da çok büyük yardımları oldu. Ben tez savunması için okuldayken o eşyalarımın çoğunu yerleştirmişti. Başarılı bir girişimdi.

İş başvurularım için geri dönmeye başladılar. Pazartesi günü 13:00’da görüşmem var. Ancak şu an için aklımda başka planlar olduğu için ben de tam olarak ne yapacağımı bilmiyorum. Yalçın’ın fikriyle maaşınızı beğenmedim diyerek reddetme lüksüne girebilirim. Her şey Pazartesi günü alacağım maile bağlı sanırım.

Danimarka’da bir projeye başvurdum. Daha doğrusu başvurma evremi de olur da kabul edilirsem uzun uzadıya anlatacağım. Ancak başvurmam da Çağdaş’ın çok büyük etkisi oldu. Projenin kapılarını aralama dışında tercih yapma konusunda da fikirleriyle çok destek oldu. Bir baktım sonraki günlerde İngilizce motivasyon mektubu ve CV hazırlanmaya başlanmıştı. Nasıl olduğunu anlamadan başvurmuştum bile. Evraklarımdan pasaport eksikmiş(!) Eksik olduğunu zaten ben de biliyorum ama projeye onaylanmadan pek işlemlere başlamak istememiştim. Öyle bir mail attım bugün bakalım cevabı gelsin de ona göre işlemlere başlayacağım. Eğer olur da bir sıkıntı çıkmazsa Eylül 1’den itibaren 10 aylığına Danimarka’ya gidiyorum. Hadi oldu da kabul olmazsa bir başka proje ile Avrupa’nın kapılarını aralamaya devam edeceğim.

Şimdilik gündelik yaşam bu şekilde ilerliyor.

Bu arada mezuniyet balosuna dair yazacak çok şey var aslında ama sanırım o da ayrı bir başlıkta irdelenebilir. Genel olarak keyifliydi diyebilirim. Yat kısmında Yalçın ile aramızda ufak tefek hırçınlıklar olduysa da yine gönlümü almayı başardı. Ancak Sortie başlı başına çok eğlenceliydi. Bugün fotoğraflara bakınca gerçekten çok eğlenmişiz dedim.

Ayrıca az önce edindiğim bilgilere göre uzun zamandır uzaktan takip ettiğim bir erkek blogger evleneceğini beyan etmiş bulunuyor. Yazının sonuna kadar evleneceğini hiç tahmin etmemiştim. Hatta şaka yapıyor ya, yine hayal ürünleri bunlar derken yazı sonunda “Oha, şaka değilmiş. İnsan aylardır böyle bir karar evresinde olduğunun en ufak sinyalini nasıl vermez yahu.” diye kendime sordum. Bir kadın blogger olsaydı yemin ederim daha 2 yıl öncesinden onun sinyalini verirdi. 🙂

Kendisini bir kez daha buradan tebrik ediyor ve mutluluklar diliyorum.

Arkadaşlar evlenmeyin, altın çok pahalı. Elbiseler altından da pahalı.

Not: Çok alakasız eklenen Nil Karaibrahimgil şarkısı için kendime engel olamadım. Yazıyı bitirdikten sonra Nil dinlemeye başlayınca yazıya bu şarkıyı da ekleyeyim demekten kendimi alamadım. Arada böyle şeyler yaptığım oluyor.

İmdat! Ben Mezun Oldum.

Screenshot_1

Mezuniyet için fırsat bulup herkes haftalarca elbise arayamadım. Zaten bu sene tüm arayışlarım boşuna oluyordu. Ödül törenimde de aynısını yaşamıştım. Mezuniyette ve haftaya mezuniyet eğlencesinde de aynısı olacağını biliyordum. Mezuniyet töreni için aklımda olan tek şey beyaz bir elbiseydi.

Mezuniyete 1 gün kalmış ve ben mağaza mağaza elbise arıyorum. Pek umutlu olduğum AdL beni hayal kırıklığına uğrattı. Zaten hava sıcak, daracık elbiselerin içine girmek de çıkmak da zor oluyordu. Beyaz elbiseden komple ümidimi kestiğim anda İzmit’in 1 numarası Addax’ta beyaz bir elbise göz kırptı. Görünüşte kalın bir kumaşa sahip gibi göründüğü için çok boğacağını düşündüm. Nitekim kabinde giyinmeye çalışırken de nefes alamadım ve ayy bayılacağım deyip attım kendimi mağazadan dışarı. Tabi atmadan önce fotoğraf çekilmeyi unutmadım. Mağazanın önünde Yalçınla buluştuk ve fotoğrafı gösterdim. Tüm günün sonu elimdeki tek elbise nasıl dedim. Çok beğendi ve hadi alalım dedi. Tekrar denemeden aldık çıktık. Eve gelince gerçekten çok beğendim elbiseyi.

Mezuniyet sabahı annemler erkenden geldi. Onlar direkt okula çıkarken ben de kuaföre koşturdum. Tabi o arada terzi aradığımı hatta hastanede terzi bulduğumu ve okuldan habersiz cüppeyi kestirdiğime hiç girmeyeceğim. Tamamen hazır olduktan sonra kongre merkezine doğru yola çıktım. Annemler salonda en güzel yerlerden birini kapmış. Teyzem ve yengem de sürpriz yapıp gelmişler. Herkese hoşgeldin dedikten sonra arkadaşlarla fotoğraf çekilmeye dışarı çıktım. Sağolsunlar her fotoğrafıma girmişler, bu yüzden hiç tek fotoğrafım yok. Olanlar da mimiklerimin çekildiği birkaç kare.

Tören başlamak üzereydi ve Yalçın ortalarda görünmüyordu. Aradım açmadı. Bir gün önce geç yattığını bildiğim için uyanamazsan gelme, sorun olmaz demiştim. Ancak gelmeseydi burnundan fitil fitil getirirdim. Bunu o da çok iyi biliyordu ki tam zamanında geldi.

Tören başladı ilk örgünler sahneye çıktı, sonra sırayla biz sahneye çıktık. Ayrıca sıra olayı çok ayrı bir olaydı. Kimin nerede olduğu belli değildi ve adım sahnede söylenmiş de olabilirdi. Tam merdivenlerin orada durakladım. Gülden hocanın “Tuğba hadi çık.” dediğini duydum. Hocam adım okunmadı yaa diye boynumu bükerken hala hangi hocamın olduğunu hatırlamadığım bir hocam tarafından sahneye doğru itildim. Gürsoy hoca mezuniyet belgesini tam elime uzatırken adımı okudu. Sahneye döndüm ve işte bu dedim içimden.

Kep atma töreni ve iletişim andını söylemek için daha sonra sahneye tekrar çıkmamız gerekiyordu. O süreçte babamlarla dışarı çıkıp fotoğraf çekildik. Fotoğraflarımızı Yalçın çekti. Babamlarla ikinci kez bir araya gelen Yalçın’ın efendiliği yine gözlerden kaçmadı. Resmen tribüne oynuyor adam. Uzaklara bakıp düşünceli tavırlar, beyefendi cümleler, önemli ataklar…

Pınar hocanın hepimizi iletişim andı ve kep atma töreni için çağırdı. Biraz bekledikten sonra sahnede tüm fakülte yerimizi aldık. Çok heyecanlıydı, 4 yıldır beklediğimiz o an gelmişti. Mezun olan da olmayan da mutluydu. Ancak tam o sırada pankart olayları yaşandı. İlk baştaki pankarta çok gülmüştüm, beğenmiştim. Ancak her yerde PKK, her yerde bölücülük.  Mezun olmayan öğrencilerin mezuniyet kalabalığını kullanarak kendilerini sahneye atıp Gezi Parkı’nı kullanan, Soma’da yaşanılan acı olayı kullanan ve en önemlisi toplumun acılarını farklı amaçlarda kullananlara tahammül edemiyorum. Özellikle ikinci pankarttan sonra sahnede büyük arbede yaşandı. Bir sivil sahneye atladı, güvenlikler sahneyi bastı, havada tekmeler uçtu, topuklu ayakkabılı kızlar sahneden düştü, herkes şokta ve en önemlisi aileler her şeye tanık oldu.

Sonra birkaç slogan attılar. Sonra bizim grup “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye sloganlar attı. Onlar daha çok bağırdı, hala tekmeler havada uçuyordu ve ardından birden 10. Yıl Marşı’nı söylemeye başladık. Sesimiz kısılana kadar bağıra bağıra söyledik ve salonda eşlik etti. Susturduk ama olay dinmek bilmiyordu. İletişim andına geçmek isteyen sunucu hocamıza bir türlü fırsat verilmiyordu. Söylemeye başlıyoruz dedi ve iletişim andımıza başladık. İletişim andından sonra bir kez daha 10. yıl Marşı’nı söyledik ve keplerimizin havaya atılacak heyecanı bile kalmamıştı. Tüm bu olayları 1080p kalitesinde buradan izleyebilirsiniz.

Şu anda izlerken fark ettim sonda fakülte sekreterimizin 10. Yıl Marşı’nda iki eliyle kep sallayarak gözyaşı döküyor. Onu görünce ben daha çok duygulandım.

Namusumuz ve şerefimizin üzerine and içerek iletişim fakültesinden mezun olduk. Bugün de tezime başladım, insanlar tezlerini bitirdi 26’sındaki savunmaya hazırlanıyor, ben daha yeni başlıyorum. Olsun, o da biter. Zaten her şey bitiyor.

Not: Tek fotoğraf çektirmemeye and içmiş troll sınıf arkadaşlarıma buradan selam yolluyorum. Yıllar sonra bile bu kareye bakıp gülmekten kendimi alamayacağım.

Dün mezun oldum, bugün işsiz.

 

Akıntı

+ Önce gözlerini kapat.
– Yersiz.
+ Baştan alıyoruz.
– Bugün nasıl geçti?
+ Kendimi buzdolabının bir köşesinde araya köşeye sıkışmış; hatta unutulmuş ve çürümüş bir sebze gibi hissediyorum.
– Odaklanamıyorsun. Sıkıntı tamamen burada.
+ Parçalanıyorum. Aslında hepsi tek başına anlamsız ama bütünde bir nota var.
– O zaman anlamı mı var?
+ Belki hayır. Düşünsene ya. Vazgeçtim.

Neyse. Bu taslaklarda kalmış. Tam gününde. Çıksın ortaya. Gidiyorum ben. Final haftasını sevmiyorum. Mezun oluyorum birkaç gün sonra. Ne bileyim öyle işte. Hala iş başvuruları yapıyorum. Canım ya.

 

Yazmasaydım Delirirdim!

1

Araya kilometreler girdikten sonra ne kadar yakın olursanız olun birçok şeyden bihaber oluyorsunuz. İlk zamanlarda susmak bilmeyen telefon konuşmaları yapıyorsunuz sonra mailleşiyor ve hatta çok sık görüntülü konuşmalar yapıyorsunuz. Ancak bunların hepsi zamanla azalıyor ve artık çok nadir görüşmeye başlıyorsunuz. Bunlar doğanın kanunu haline geliyor.

Tüm yaşanılan kopmalara rağmen aylar sonra bile görüştüğünüzde hiçbir şey olmamış sanki hiçbir şey değişmemiş gibi konuşmaya başlıyorsunuz. Arkadaşlık bu olsa gerek diye içinizden geçiriyorsunuz. Öyle de oldu.

Esra aradı aylar sonra. Anlat bakalım neler oldu, nasıl geçti bu aylar ve bundan sonraki süreçlerde seni neler bekliyor diye sordu. Yine her zamanki gibi nefes almadan sorular soruyordu. Ben de cevap vermeden başka sorular soruyordum. En sonunda ikimizde pes edip her şeyi güzelce birbirimize anlattık.

Geçen yıl aktif hayatın, sancılı bir hamilelik dönemi ile durağanlaşması ve ülkesinden uzakta olmasıyla ağır bir bunalım geçirdiği dönemde ona verebileceğim en güzel tavsiyeyi verdiğimi söyledi. “Yaz yazmazsan delirirsin, yazmasaydım kafayı yerdim. Kendini yeme kelimeleri ye.” demiştim geçen yıl. Şimdi telefonda bana dedi ki “Yazmasam delirirdim. Tavsiyeni kendin de uygula, yazmazsan delirirsin. Yazmayı sakın bırakma.” dedi. Aslında burada yazmayı bırakma dediği şey “Bana mail atmayı kesme, uzun uzun mail yaz.” demesiydi. Çok açık bunu biliyordum. Ama bilmemezlikten geldim.

Hala ne yapacağıma karar vermediğimin çok farkında olan ve programlamadan huzura eremeyeceğimi bilen Esra, hepsini yap dedi. Kafayı yemiş olabileceğini düşünmeye başladım. Esra’nın da bir an önce buralara dönüp azıcık kendisini dağıtmaya ihtiyacı olduğunu anladım. Sonra ne demek istediğini açıklayınca, “Ohh, çok şükür hala kafayı yememişsin.” dedim.

Toprak’ın ağlamasıyla konuşmamız son buldu. Sonra yazmasaydım delirirdim diye yeni bir blog açmayı düşünmüştüm ki biraz arayınca böyle bir blog karşıma çıktı. Onu okumaya başladım, henüz okumam bitmedi, bitirdikten sonra blog incelemesi yapabilirim.

Henüz hala ne yapacağıma karar veremedim. Her sabah başka bir şeye karar vermiş uyanıyorum, öğlenleri şiddetle ondan vazgeçip gece ise bambaşka bir kararla uykuya dalıyorum. Hepsini yapacaksam ise önümde çok uzun bir zaman gerekiyor. Birilerinden vazgeçmem gerektiğinin farkındayım. Yine de gözüme kestirdiğim birkaç  yere iş başvurusu yapmaktan geri kalmıyorum.

Dün kitaba gömülmüşken başvurduğum bir şirketten aradılar. Hadi şuna da başvurayım dediğim ve en az 3  yıl tecrübe isteyen bir şirketti. Geri dönmelerini beklediğim gibi şartların bana uymayacağını da bekleyemezdim. Beyefendi anlattı sordu, sordu anlattı ve doğal olarak bir tepki bekledi. Benim biraz düşünmeye ihtiyacım var; olumlu bir karar verirsem sizi arayacağım. Teşekkür ederim dedim ve görüşmeyi dahi kabul etmedim. Elde var sıfır. Beni beğeneni ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez. Yoksa ben zurna mıyım ha?

12 Haziran’a kadar vaktim var. Yurtdışı mı yoksa başka zımbırtı mı karar vermiş olmamı bekleyen aileme ellerimi açıp “Pır pır ederken canlandı, ellerim bomboş kaldı.” dememeyi diliyorum.

Bir de buraları özledim. Hem de çok özledim.

Bazen öyle olur.