bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

‘bazenöyleolur’ Kategori Arşivi

Pandeminin yorgunluğu

Her şey değişir.

Değişimler iyi ya da kötü değildir. Değişim, değişimdir.

Ne kadar çok şey değişmiş. O kadar çok güncelleme gelmiş ki yazıyı yanlış yere yazıyormuş gibi hissediyorum. Eski alışkanlıklarımızı bir anda görememek ve bıraktığımız gibi bulamamak elbette ki önce korkutuyor. Gelecek günler bendeki etkilerini daha iyi göreceğiz. Hissediyorum.

Bazen planladığım gibi ilerlemiyor bazı programlar. Biliyorum, hiçbir zaman istediğimiz gibi ilerlemezler. Bazı günler gerçekten güne iyi başlamak için çok basit bir program hazırlıyorum. Uyanmak ve güzel bir motivasyon ile yapılacakları gerçekleştirmek dışında planladığım ve programladığım hiçbir şey olmamasına rağmen her şey birbirine dolanıyor ve biterken gün ben uzaklara dalıp nasıl da hiçbir şey yapamadığımı düşünerek iç geçirip dertleniyorum. Kimi zaman bu bir döngü haline geliyor. Bu döngüden çıkmak ve kendimi kurtarmak isterken daha çok bu döngünün kurbanı olmuş gibi hissediyorum.

La vie…

Son günlerde enerjimi buldum derken artan sıcaklık ile bu kez de beynimi kaybetmiş gibi hissediyorum. Neyi arayıp bulursam bir başka şeyi kaybediyorum. Bu tarz durumlarda her şeyi yakalayıp camdan bir dolaba kitlemek ve ihtiyaç halinde kırıp hepsini kullanmak istiyorum. Biliyorum ki şu günler tam olarak ihtiyaç duyduğum bir döneme denk geliyor. Pandeminin üzerimde bıraktığı ölü toprağı saçlarımı keserek atabileceğimi düşünmek biraz iyi niyet oldu.

Her ne kadar her yer açılmaya başlamış ve tünelin ucundaki o parlak ışıltı gözlerimi kamaştırıyor olsa da içimde biriktirdiğim kırıklıklarım, pişmanlıklarım, üzüntülerim, sevinçlerim, tutkularım, kahkahalarım nereye, nasıl yönleneceğini bilemiyor. O yüzden yine her zaman olduğu gibi duygularımı karşıma alıp konuşmak yerine ardıma bakmadan kaçmak istiyorum. Bu da Fransa’nın bana katmış olduğu iyi ya da kötü diye nitelendiremediğim bir davranış oldu.

Aslında kaçmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü bu zamana kadar kaçtığım ne varsa beni koşturmamış aksine geri geri yürütmüş ve kendisine çekmiştir. Şimdi de sorgulamak istemediğim ve bir miktar ötelere itelediğim fikirleri karşıma alıp “ne var ne yok” diye sormam gerekiyor. Zamanımı iyi organize edebilirsem…

Yapılacak projeler, gidilecek yollar, sürülecek patenler ve çalışılacak eğitimler mevcutken kendimi hiçbirini yapamazken buluyorum. Yıllar sonra da buraya böyle geri dönüş yaparak yine bir bazenöyleolur klasiği olarak sözler verip ben geldim demeyeyim. Çünkü gelmedim. Biliyorum ki yazmak istediğim ve dökmek istediğim kelimeler var ama şimdi değilin kurbanı olarak bir başka zaman dilimine kargo yapıp gönderiyorum.

Hala buralara girip çıkan ve okuyan birileri var mı bilmiyorum ama eğer sen şu an bu yazıyı okuyorsan umarım iyisindir. İyi ol.

Kolay Fransızca – Assimil

Önceden paylaşmış olduğum Assimil’i tekrar paylaşıyorum. Eski link hayatını kaybettiği için düzenli aralıklarla sağdan soldan tekrar paylaşmam için yorumlar alıyordum. Bilgisayarımı da çaldırmış olduğum için dosyalarımı kaybetmiştim. Bu yüzden paylaşamıyordum.

Bugün tezim için hard diskte bir şeye ihtiyacım vardı. Hard diskte dosyalar arasında kaybolurken çok güzel bir dosya buldum. Sizler için de bence çok güzel haber. Assimil de bunların arasındaydı. Hasret bitti. Değil mi?

Assmil dosyasını hemen drive’a atarak sizlerle paylaşayım dedim. Umarım arayıp bulamayanlar bu güzel haber ile mutlu olur.

Hayat paylaştıkça güzel. 

Dosyalara tam olarak buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Nefes al, nefes ver.

Hangi kelimeyle satırlara başlayacağımı bir türlü oldum olası bilemedim. Aslında baktığımız zaman ve hatta her zaman ilk aklıma gelen kelime “bazen” olmuştur. Zaten oradan geliyor ya bazenöyleolur felsefesi. Hayatımın odak noktası yaptığım ve her sıkıştığım noktada başvurduğum “aman bazen öyle olur, ne olacak” canım duygusu iyi ki var, hayatımda. 

İnanmazdım ama insanlar değişiyor. Değişiyorum. Şu yazıyı yazdığım wordpress bile son yazdığım yazıdan bu zamana epey değişmiş. Sabit fikirli değilim, insanlar değişmez keskinliğine inanmıyorum. Hepimiz değişiyoruz, bazılarımız daha iyiye bazılarımız daha kötüye ve bazılarımız da sadece ileri doğru. Aslında büyüdükçe olgunlaştığımızı düşündüğümüz her şey değişimin bir parçası olmuyor mu? 

Değişmeyen şeyler ise hayatımızın ortasına oturuyor ve bazen bize ya el sallıyor ya da köşelere bir yerlere saklanarak nanik yapıyor. Elbette benim de hiç değişmeyen yanlarım, kendimi istediğim ve zorladığım halde teslim edemediğim duygularım ve biraz olsun törpüleyemediğim köşelerim var. Bazen köşelerimden birleştirip bir üçgen oluşturup iç açılar toplamı yapıyorum.

Mesela, asla durmuyorum; biraz olsun nefes almıyorum. Eğer gerçekten nefessiz kalırsam bu sefer komple her şeyi bir pazar torbası gibi ortaya bırakıyorum. Kapının dışına bıraksam biraz daha kolay olabilir ama ben tam olarak evimin tam ortasına o torbayı bırakıyorum. Biliyorum, kolay kolay o noktaya gelmiyorum ama hangimizin o ince zeminde ayağı kaymıyor ki. Hele ki bazılarımızın ayağında topuklular varken… Mesela pes etmiyorum. Kulağa ilk başta çok hoş gelen bu durum aslında insanı içten içe kemiren bir döngüye sokabiliyor. En azından beni sokuyor. Ama belki bir başka yol daha vardır diye diye beynimin bütün parçacıklarını “güm güm” diye zonklatırken uzun bir süre de verimli uykuya hasret kalıyorum. Hoş değil. Ve bu hayatta hoş olmayan ama bir şekilde hayatlarımıza dokunan o kadar çok var ki… Keşke artık dokunmasalar. Duyduğumuz ve bildiğimiz bütün kötü şeyleri keşke beynimizin spam kutusuna gönderebilsek. Evet, beynime spam kutusu oluşturmaya çalışıyorum.

Bu arada bir de şey vardı değil mi? Her şey çok güzel olacak.  İnsan inandığı kadar yaşarmış. Bu cümleye inanalım hatta sıkı sıkı sarılalım. Hayatımın her döneminde güzel şeyler gördüm. Kötü şeyler halının altına süpürülmez ama pes de etmemeliyim diyerek üstlerini hortum ile yıkadım. Halbuki önce dip köşe toz almak ve yine dip köşe süpürmek ve sonunda da mis kokulu bir deterjan ile silmek lazımdı. Bu yüzden bir anda güneş çıktığı zaman yoğun tazikli suyun vermiş olduğu su lekeleri güneş ışığıyla gün yüzüne çıkıyor. Yapmayalım, yapanı uyaralım.

Bu yazı da “ne diyecektim ne oldu” oldu yine. Hatalı değil, iki kere oldu var burada. Okuyunca tuhaf geliyor ama içinden tonlamalı sesli okuyunca güzel oldu. Bence yani.

 

Ara sıra blogta buluşalım.

Özleşmişiz.

Hasret giderelim.  

Alors

Ne dinliyoruz?

Sam and Sam
Harold O’Neal

Güçlü olmaktan istifa edebiliyor muyuz?
Ya da
kendimden istifa edebilir miyim?

Ben bilmiyorum, belki siz bilirsiniz diye düşündüm. Bir bakıma bilmek de zorunda değilsiniz, değiliz. Her şeyi de bilmeyelim. Çünkü zaten bildiklerimizi sandıklarımız ayağımıza takılıp çorap örüyor. Bilmediklerimiz ise hayatımızı alt üst… Aslında az önce bir soru ile karşılaştım ve bu soru beni tam da bu noktaya getirdi. “En son kendin için ne zaman bir şey yaptın?” Aramızda kalsın ama hatırlamıyorum. Hayatın koşturmasına o kadar kendimi kaptırmışken en son gerçekten neyi isteyerek ve zevk alarak yaptım bilmiyorum. Hedefler, planlar, to-do listler yapmaktan ve bunların hepsini gerçekleştirmeye çalışmaktan belki de en çok kendime zaman yetmedi. En son neyi gerçekten ruhumu beslemek için yaptım hatırlamıyorum. Peki ya sen, hatırlıyor musun? En son ne zaman gerçekten kendin için nefes aldın? 

Bir yerlerden başlamak üzere ben de buraya geldim. Hele ki son dönemlerde her şeye yeniden başlıyorken buraya da tekrar başlamanın ruhumu besleyeceğine inanıyorum. Hep öyle değil miydi? Bir şeyleri kırıp döküp buraya kaçardım. Kimbilir belki yine öyle olur. Ruhuma ve kalbime olan küçük isyanlarım buralarda diner ya da ateş topu gibi olur el yakar.

Aklım, kalbim, ruhum ve ajandam yani tam olarak her şey karışık şu sıralar. Belki henüz el yakmıyor ama yürek yakıyor. Şu günlerdeki ruh halimi tek tek madde madde listelesem belki daha kolay olabilir her şey. Listeleme huylarımı biraz da hissettiklerime yapmayı başarabilseydim belki o zaman listenin başında “hadi Tuğba ilk iş uzun yollar, çok uzun yollar” maddesi yer alabilirdi. Yetişilecek trenler ve gidilecek çok uzun yollar var. Ama ben ne yapıyorum, tam geçen yıl Haziran ayında kendime verdiğim sözü tutabilmek için gitmiyorum. Duruyorum, durdukça boğuluyorum, boğuldukça kayboluyorum.

Sıkıldım. Kahve var mı?

Gel birlikte içelim.

Fransa’da Yüksek Lisans Eğitimi

Öncelikle belirtmem gerekir ki Fransa’da Fransızca bilmiyorsanız hayat sizin pek kolay değil. Master eğitimi ücretsiz olup ama tüm anadili İngilizce bir bölüm ile daha önce ne karşılaştım ne de duydum. İngilizce bölümler daha çok “école de management” gibi okullarda oluyor. Bu okullarda da okulun kalitesine ve sıralamasına göre kayıt ücreti ortalama yıllık 5,000 €’dan başlıyor. Yani bu yüzden sizin önünüzdeki en büyük engel FRANSIZCA. O yüzden sizi Fransızca öğrenmeye davet ediyorum. Eğer bu sürece zaten daha önce girdiyseniz de büyük büyük kolaylıklar gelsin. Bitmeyen bir çiledir, iyi bilirim. Devam ediyoruz.

Üç yol ayrımı var.

  1. Fransızca biliyorum/öğreniyorum. Dil belgesini halledeceğim/hallettim. Bu yolun kendi içinde de 2 farklı yolu var.
  2. Fransızca hiç bilmiyorum. Her şeye sıfırdan başlamak istiyorum. (Buna burada değinmeyeceğim. O da ekstra bir konu oluyor.)
  3. Fransa sisteminin Allah belasını versin, ben diğer Avrupa ülkelerine bakacağım diyorsanız acilen Ctrl+F4 yapmanızı öneriyorum.

Yolunuzu seçtiyseniz elimizde iki yol seçeneği kalıyor.

Burada da karşınıza iki yol çıkıyor.

Türkiye’de misiniz? Fransa’da mısınız?

1. YOL

Türkiye’de olanlarla yolumuza devam ediyoruz. Fransa’da olanlar direkt 2. yola geçebilir.

– Öncelikle Fransızca sınavına girip minimum DELF B2 ya da TCF C1 almanı şiddetle tavsiye ediyorum. Hatta eğer alabiliyorsanız DALF C1 için çalışmalısınız. Artık birçok okul DALF C1 istiyor. Belge tamam mıdır? Tamamsa devam ediyoruz.

Fransa Milli Eğitim Bakanlığı’nın yabancı öğrencilerin başvurusu için her ülkede oluşturmuş olduğu Campus France isimli eğitim ajansı bulunuyor. Fransa’daki bölümlerin %99’u buraya kayıtlı. Zaten eğer Fransa’da yaşamıyorsanız başvuru dosyanızı bu ajans üzerinden kabul ediyorlar.

Campus France sitesine buradan kayıt oluyoruz. http://www.turquie.campusfrance.org/tr

Orada aslında birçok dosyayı size soruyor. Her şeyi detaylı ve düzgün bir şekilde doldurmanızı öneririm. Şimdi bu resmi ajansın en büyük özelliği aynı anda yanlış hatırlamıyorsam 10 tane okula tek bir dosya üzerinden başvurabiliyorsunuz. Yani siz dosyanızı 1 kere göndereceksiniz ama 10 okul için bu dosya gidecek. Bunun inanılmaz pratikliği var gerçekten.

Bu dosyalar neleri kapsıyor diye sorarsanız onlar da aşağı yukarı şöyle:

  • Motivasyon mektubu
  • CV
  • Diploma (Fransızca noter tasdikli çeviri)
  • Transkript
  • Başvurulan master bölümüne göre değişen ön proje dosyası. Bazı bölümler araştırılacağınız “mémoire” tez konunuzu dosya olarak isteyebiliyor.
  • En az 2 adet referans
  • Minimum B2 Fransızca yeterlilik belgesi

Bazı bölümler, ön eleme yapabiliyor, ardından da Türkiye’de olduğunuz için skype üzerinden sizinle mülakat yapabiliyorlar. Daha sonra tekrar bir değerlendirme ile size olumlu ya da olumsuz sonucu bildiriyorlar.

Evet, tüm aşamalardan sonra sonucunuz olumluysa tebrikler, olumsuzsa başvurduğunuz bölümle kendi eğitiminiz arasında çok fazla fark olabilir. Ya da gerçekten ne kadar çok motivasyon sahibi olduğunuzu gösterememiş olabilirsiniz. Pes etmeyin. İlk başvurular bazen öyle rastgele olabiliyorlar. Daha çok detaylı çalışıp yeniden kollarınızı sıvayın.

2. YOL

Fransa’da olanlarla yolumuza devam ediyoruz.

– Her üniversitenin kendine ait özel bir sistemi olabiliyor. Bununla birlikte her üniversitenin hatta aynı üniversite içerisindeki bölümlerin de son başvuru tarihleri değişebiliyor. Bunları gerçekten bir başvuru ajandası yapıp tek tek not almanız gerekiyor. Başvuru tarihinden 1 saat sonra bile ellerine ulaşsa bu konuda çok netler. Yani deadline tarihlerine kesinlikle sadık kalmalısınız.

– İstediğiniz bölümün hangi üniversitelerde olduğunun listesini çıkartıp tarihleri de not ettikten sonra başvuru sistemlerini inceleyin. Öncesinde o sisteme kendi bilgilerinizi girip hazır bir şekilde başvuru tarihini bekleyebilirsiniz.

– Fransa’daysanız zaten aklınızda en az 1 şehir vardır diye tahmin ediyorum. Bu nedenle doğrudan bir bölümün belgelerine ulaşıp hepsi için hazırlamaya başlayabilirsiniz.

Neler gerekiyor? Doğrudan aslında ilk aşamadaki belgeler gibi belgelere ihtiyacımız var.

  • Motivasyon mektubu
  • CV
  • Diploma (Fransızca noter tasdikli çeviri)
  • Transkript
  • Başvurulan master bölümüne göre değişen ön proje dosyası. Bazı bölümler araştırılacağınız “mémoire” tez konunuzu dosya olarak isteyebiliyor.
  • En az 2 adet referans
  • Minimum B2 Fransızca yeterlilik belgesi (Artık birçok okul DALF C1 istiyor. Bu yüzden eğer seviyenizin C1 olduğunu düşünüyorsanız lütfen C1 sınavına giriniz.)

Başvuru aşamasını genelde başvuru dosyasını açıklıyorlar. Mülakat olup olmayacağını da oradan bilebiliyorsunuz. Belgelerinizi teslim ettikten sonra belgeleriniz inceleniyor. Eğer eksik hiçbir şeyiniz yoksa dosyanız jüriye çıkıyor. Yani eksik verdiyseniz ilk aşamada eleniyorsunuz. Eğer mülakat varsa dosyanızı beğenirlerse mülakata davet ediliyorsunuz. Mülakat kesin olarak kabul edildiğiniz anlamına gelmiyor. Mülakatı da geçtikten 1 hafta sonra sonuçlar açıklanıyor. Eğer mülakat yoksa jüri zaten dosyanızı beğendiyse 10 gün sonra da onun sonucunu alıyorsunuz. Umarım güzel sonuçlarınız olur. 😊

Mülakat detaylarına burada girmeyeceğim. Çünkü o apayrı bir konu. Ben kendi mülakatımda kendi kaderimi çizdim. Mülakattan korkmayın, rüzgarı kendi yönünüze çevirebilirsiniz. 😊

FRANSA’DA ERASMUS

Fransa’da Erasmus yapıyorsanız işler sizin için biraz daha kolay olacak. Sonuçta en az 1 dönem Fransız sisteminde eğitim almış oluyorsunuz. Fransızca belgeniz de varsa biraz çalışma ile kabul almamanız için bir engel bulunmuyor.

Eğer Fransızca bilmiyorsanız ve Fransa’da kalmak istiyorsanız sizi acilen Fransızca öğrenmeye davet ediyorum. İngilizce eğitim almak istiyorsanız dediğim gibi genelde onlar ekstra pahalı oluyor.

Dilerim her şey çok güzel olur.

Yolunuz hep açık olsun.

 

Ecoute moi !

Aslında yazacak ne kadar çok şey birikti. Konuşmaya başlasam gece gündüz susmadan bir şey anlatabilir gibiyim. Ama isteyerek ya da bilmeyerek başlamıyorum. İçimde iyiyi de kötüyü de biriktirerek bir okyanusa dönüşüyorum. Sonra yağmur yağıyor. Hem de öyle çok yağıyor ki kalbimin üstüne bir şey örtmeye fırsat bile bulamıyorum. Üşüyorum, bir titreme sarıyor bütün bedenimi. Kimi zaman bir yalnızlık hali, kimi zamanda koca bir kalabalık.

B o ğ u l u y o r u m a n l ı y o r m u s u n u z ?

Bazen mutlu olmak için her şey sağlanmasına rağmen tatmin olamayabiliyormuşsunuz. Böyle derlerdi de inanmazdım. Bütün şartları sağladığım halde mutsuzluktan ölüyorum. Sahi, mutsuzluktan ölünür mü? Ölünmezmiş ama sürüne sürüne ölmekten beter olurmuşsunuz. Yani tecrübe ile sabit değil ama ihtimaller üzerine inşa edilmiş durumda.

Hayatımdaki kararsızlıkların beni nefessiz bıraktığı anlarda mutsuzluktan ölecekmişim gibi oluyor. Garson menüyü veriyor ve benden o süre zarfında bir şeylere karar vermiş olmamı bekliyor. Yapmayınız. Ben menüye saatlerce bakıp bir arpa boy ilerleyemiyorum. Hayatımın her alanındaki bu kararsızlık kimi zaman günlerce ve hatta haftalarca hiçbir şey yapmadan öylece duvarı izleyerek geçirmeme neden oluyor. Evet, kararsızlık anlarında en büyük hobim duvarı izlemek. Duvarı izlerken bütün seçenekleri renklendirip duvara yansıtıyor ve izliyorum. Her şeye rağmen yine de orada kalıyorum. Ne kadar tuhaf değil mi? Halbuki hayatımız bundan biraz daha farklı olacaktı.

26 yaşına birkaç ay kala hayatımın bu döneminde birçok şeye geç kalmış gibi hissediyorum. Neye başlayacak olsam ama artık senden geçti şekerim diyorum. Neden bu zamana kadar başlamamış olduğumu düşünüp pişmanlıklara boğuluyorum. Peki o sırada bir şey yapıyor muyum? Kocaman bir H A Y I R ! Ne kadar tuhaf varlıklarız. Sorunu tespit ediyoruz, çözüme el uzatmıyoruz. Tespit ettiğimiz sorundan kendimize kocaman bir pişmanlık ve üzüntü çıkartıyoruz. Oysa her şey daha farklı olabilirdi değil mi?

Önceden sabit cümlelerim vardı. Kafam kadar kalbim de karışık derdim. En azından kalbi hallettik de bu koca kafayı ne yapacağız bilemiyorum. Biliyorum, buraları usulca okuyor ve bazen kendinizden bir şeyler buluyorsunuz. Beni en çok yıllardır okuyan okuyucularım bilir. Çocukluğumdan, üniversite yıllarına ve o zamanlardan şimdilere ne karışık durumları birlikte yaşadık ve sonunda da alnımızın akıyla çıktık.

Fransızca bir cümleyle bitirmek istiyorum.

Je me suis trop longtemps occupée des autres.
A partir de maintenant, je pense à moi !

Uzun yıllardır başkalarını umursadım.
Şu andan itibaren kendimi düşünüyorum.

Bencil olmayın ama kendinizi de ihmal etmeyin.

Belki kendinizle bir kahve, belki bir kadeh şarap hiç olmadı bir bira içmeyi unutmayın.

Grand Hyatt İstanbul’da 2018’e Unutulmaz Bir Başlangıç Yapın

Grand Hyatt İstanbul, bu yıl da hem noel hem yılbaşı için hazırladığı birbirinden güzel menülerle misafirlerini bekliyor.  Gas Brothers ve Utku Yurttaş yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müzikleri çalacaklar. Gece, Gas Brothers’ın perküsyon show’unun da yer aldığı performans ve after party ile devam edecek.

Noel Menüsü, Grand Hyatt İstanbul’da
Grand Hyatt’ın içinde bulunan 34 Restoran, içinde leziz hindinin de olduğu Noel Yemeği özel menüsü ile 24 Aralık Pazar günü aile kutlamaları ya da arkadaş buluşmaları için ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 24 Aralık akşam başlayan ziyafet 25 Aralık Pazartesi günü öğlen ve akşam da devam ediyor.  Kişi başı 218 TL olan menü için önceden rezervasyon gerekiyor.

Yılbaşı gala yemeği ve eğlencesi
Yeni yıla sevdikleriyle beraber güzel bir başlangıç yapmak isteyenleri 34 Restoran’ın deneyimli şeflerinin elinden çıkan geleneksel Türk ve Akdeniz mutfağının lezzetlerinden oluşan açık büfe bekliyor.

Gas Brothers ve Utku Yurttaş’ın yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müziklerin çalacağı gece, Dining salonunda Gas Brothers’ın performans sergileyeceği, perküsyon show’unda dahil olduğu after party ile devam edecek. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek after party, yılbaşı ücretine dahil.

34 Restoran’da, 31 Aralık Pazar günü saat 20:00’de başlayan ve gece yarısı 02:00’ye kadar sürecek olan yılbaşı gala yemeğinin kişi başı fiyatı limitsiz yerli alkol içecekler 518 TL, limitsiz yerli & yabancı içecekler dahil fiyatı ise 618 TL. Minik misafirler için de kişi başı fiyat 318 TL.

Keyifli geçen yılbaşı gecesinin ardından 1 Ocak Pazartesi günü saat 12.00-16:00 arasında 34 Restoran’daki brunch’ta arkadaşlarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle yeni yılın ilk gününü kişi başı fiyatı 218 TL olan brunch ile keyifli bir şekilde geçirebilirsiniz.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Kendi hikayemizin kahramanıydık.

İlk defa bazı şeylerin hiç değişmesini istemiyorum. Hoş değişmesine karşı değilim elbette değişebilir. Ancak bir değişim olacaksa bu değişimin daha da güçlenmiş bağlarla gerçekleşmesini isterim.

Bu hikayenin başını biz yazmadık. O ilk tanışmamızı hiç kabul etmemiş saydık. Sanki başka hikayelerin içerisinde birbirimizin hikayesini arıyorduk. Tamam, kabul ediyorum. O değil, benden bahsediyoruz burada. Düşünürsek kimin olduğu çok da önemli değil çünkü en çok onun için zor olan bu aşılması gereken başlangıç ikimizi de dönem dönem içine çekiyor.

Her şey bir yolculuk öncesi ağlayan ağacın altında net konuşmalarımızla şekillenip yolculuk sonrası havaalanında çiçeklerle beni karşılamasıyla başladı diyebiliriz. Bizim literatürümüzde yağmurlu bir Haziran gününe tekabül eden o gün; hayatımın ilk defa bu kadar anlamlı olmasını sağladı desem abartmış olmam. Tabii ki o zamanlar ben bu duygu ve düşüncelerimden çok daha uzaklarda olduğumu söyleyebilirim. Ama çok geçmeden hepsini yaşayarak hissettim. Sonra da durdum ve kendime sormaya başladım. Bir insan, başka bir insanı nasıl bu kadar çok sevebilir ki? Nasıl bir doğa olayı bunu mümkün kılıyor ve o atom çarpışmalarıyla hassas bir bölge elde ediyoruz?

Düşünsenize; hayatınızda bir adam istemiyorsunuz. Yani hani derler ya hayatımın adamını arıyorum diye. Böyle bir arama derdinde değilsiniz ki bunun için çok fazla uygulama kullanan arkadaşlarım mevcut. Çeşitli tanışma uygulamalarıyla hayatının aşkını bulan ya da bulduğunu düşünen tanıdıklarım da mevcut. Ama bu farklı. Çünkü bütün imkansızlığıyla gözlerimi kapattığımda oradaydı.

İnsan nasıl hayır diyebilir ki? Hem de bütün hayatını tamamen değiştirmek zorunda kalacak olmasına rağmen bir kadın nasıl hayır diyebilir aşka? Sizi bilemem. Ben diyemiyorum ve sizin de diyemeyeceğinizi biliyorum. Bizler bir aşk için bütün gemileri yakan kadınlarız. Hatta sevdiği adama yazmamak için telefonunu bilerek bozup servise gönderen canlılardan bahsediyoruz; lütfen nasıl kaçabiliriz.  Hem onun bana ” Biz birlikte olduktan sonra her zaman bir çözüm vardır.” diye bakan gözlerine nasıl dur diyebilirim. Il y a toujours une solution bazenoyleolur.

Peki, her masalın mutlu sonu var mıdır? Kötü kalpli cadı gelip bütün büyüyü bozmaz mı? Belki zehirli elmayı prense yedirir, prenses onu kurtarmak isterken kötü kalpli cadı tarafından kazana atılır. Belki öyle olmaz.

Belki de bu masalda da gökten üç elma düşer ve üçünü de paylaşarak birlikte yeriz.

Amasra elmasını seviyorum, bir de yeşil elma.

Ona göre gökten düşürelim artık şu elmaları lütfen.

Akıntılı yarınlar.

Kendimle uzun zamandır konuşmuyorum. Happy Friday akşamlarına son verdiğimden beri kendimle zaman geçiremez oldum. Ne hissediyor, ne özlemliyor ve en önemlisi ne düşünüyorum hiçbir fikrim yok. Her şeyi bir kenara bırakırsak akıntıya karşı mı kürek çekiyorum yoksa akıntıyla birlikte sürükleniyor muyum bilemiyorum. Zaten hayatımızın bazı dönemleri böyle olmaz mıydı? Elbette olurdu. Ancak bazılarımız kabullenir, bazılarımız da reddederdi.

Belki bu nedenledir bilemiyorum ama son günlerde bir türlü uykuya doyamıyorum. Uyumak hep uyumak istiyorum. Normal şartlarda bir yetişkin için 7-8 saat uyumak ideal uykuya tekabül ederken benim için nasıl bu kadar uyumak yetmez anlamıyorum. Bıraksalar böyle günlerce uyuyabilirmiş gibi hissediyorum. Hatta biraz da diğer taraftan bakarsam uyandığımda kendimi çok sersem gibi hissettiğim için tekrar uyuyarak daha iyi olacağım düşüncesine kendimi inandırıyorum. Elbette her zaman uyandıktan sonra tekrar uyuyamıyorum ben de o zaman en iyi dostum kahveyi yanıma alarak güne başlıyorum.

Bazen akıntının yönünü çok güçlü bir şekilde değiştirmek istiyorum. Ama buna toplum izin vermiyor. Her 25 yaşında olan genç kadınlara yapılan toplum baskıları buralara kadar ulaşıyor. Fransa’da bile yakamı rahat bırakmayan toplum her telefon görüşmesinde karşıma çıkıyor. Ne zaman düzenli bir hayatın olacak diye sorarken annem; bir kez olsun düzenli bir hayat istiyor musun kızım diye sormuyor olmasına artık şaşırmıyorum. Öğrenilen ve öğretilen toplum genel-geçer kuralları tarafından hepimiz kurban ediliyoruz. Kimimiz kurban olmamak adına çok çırpınıyoruz biliyorum. Ben ne kadar daha fazla dayanabilirim onu bilemiyorum. Eğer olur da beni de düşürürsek lütfen beni kaldırmak için geriye dönmeyiniz. Kaçabildiğiniz kadar uzağa kaçıp kendinizi kurtarınız. Bazılarımızın kurtulduğunu bilmek bile bana huzur verecektir.

Ara sıra aklıma düşüyor; bir iki bela okuyor ve rahatlıyorum. Ara sıra küfür eklemeyi de ihmal etmiyorum.

Bu arada bir ara anlatmaya başlayacağım maceralarıma bir türlü başlayamadığımın farkındayım. Artık yeni bilgisayarım var. Evet, bir hayırlı olsununuzu alırımla birlikte artık her yerde benimle birlikte olabilecek kadar hafif olması sayesinde çok fazla yazabileceğimin müjdesini de sizlere sevinçle duyurmak boynumun borcudur.

Uzun zamandır sizlere şarkı bırakmadığımı hatırladım. Ne büyük terbiyesizlik.

Buyrun lütfen tık tık.