bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

‘Günce’ Kategori Arşivi

Başlık bulmak çok zor bazen.

1

Anlık duygu akımı yaşıyorum şu sıralar. Hava çok sıcak, cam açık ama esmiyor. Ayrıca gözlerimden uyku akıyor. Duygularım diyordum öyle bir akım halinde ki bir anda her şeyi yaşayabiliyorum. Bu hafta da öyle bir hafta oldu.

Son günlerde bisiklet sürme alışkanlığım nirvanaya ulaştı. 2 haftadır her akşam düzenli olarak bisiklet sürüyorum. Akşam dediğime bakmayın 12′den sonra. İlk günler kısa mesafe falan derken son günlerde iyice açılmaya başladım. Nasıl bir kafa dinlemek, nasıl bir özgürlük hissi anlatamam. Hani geçenlerde bir tweet atmıştım. “Bisikletin bayır aşağı inerken verdiği özgürlük hissini hiçbir anayasa verebilmiş değil.” demiştim. Gerçekten de öyle. Kimse dokunmayacak sanki öyle mutlu ve huzurluyum.

Bizim bisikletler bozuk olduğu ve yaptırmaya üşendiğim için kuzenin bisikletini alıyorum. Dün Büşra 2 bisiklet daha ayarlayıp abla hadi çıkalım dedi. Komşuculuğun ölmediği yerlerde 1 tur atayım diyerek bisikletleri böyle alabiliyorsun. Hoş ben İzmit’te parkta hiç tanımadığım bir aileden bisikletlerini bir tur atabilir miyim diyerek alıp saatlerce vermemiştim. Bir de kendim yetmiyor gibi bizimkilere de bindirmiştim. İşte biz yine çocuklardan bir tur aldık. Yağmur ve Büşra ile birlikte gecenin sessizliğinde 1 saat bisiklet sürdük.

Eski günler geldi aklıma. Sabahın 7′sinden gecenin bir yarısına kadar bisiklet sürdüğümüz günler. Sonra onlar evlendi. Çoluk çocuğa karıştılar da beni yalnız bıraktılar. Eylül geldi aklıma. Ellerini bırakma diye bağırmaları, araba geliyor diye uyarmaları, çok yoruldum diye hayıflanmaları. Toprağa karışan anılarımız içimi yaktı dün gece. Tuhaf oldum. Tek sürerken daha sakin oluyordum. Eylüllerin evinin oradan geçerken gözümden bir damla yaş süzüldü. Şu günlerde Türkiye’de olur ve her şey çok farklı olurdu. Gece gelince abisine mail attım. İnsan çok özlüyor dedim. Az önce eve geldiğimde gördüm cevabını.Bazen eşyalarını elime alıyorum, sonra dokunamadığımı fark ediyorum. İnsan gerçekten çok özlüyor, demiş. İçim burkuldu birden.

Böyle de bir yarımlık işte.

Bu hafta İnci ile görüşüyoruz devamlı. Allah’ım hiç susmuyoruz, hep anlatacak bir şeylerimiz var. Oradan buradan derken her şeyi konuşuyoruz. Yeri geliyor tüm adamlara düşman oluyoruz, yeri geliyor tüm anılarımıza sarılıyoruz ve sonra da geleceğe bakıyoruz. Ayrıca şu menüler ile başım belada. Kararsız bir insanım. İkizler burcuyum ben. İnci de ikizler olunca kafayı yiyoruz. Bir şeye karar verene kadar yüzlerce kez fikir değiştiriyorum. Çok komiğiz ya. Ben bu konuda en uçlardayım zaten. Sıcak içecekleri saydırıp tamam o zaman ben limonata alayım demiş bir insanım. Ne bekliyorsunuz benden.

Bisiklete ara verdim. Çok yoruluyorum. Bir de dün gece hava serindi, biraz çarptı sanırım.

Bu gece eve gelince annemle konuştuk uzun uzun. Allah’ım ben ne kadar dolmuşum böyle. Anlat anlat bitmiyor. Annem bir ara iyice çıldırıp arayıp ben kızacağım dedi. İzmitteki eve yerleşmeden değiştirmemi istedi. Hatta babamla gelmek istediler ama abartmayın dedim. Halledeceğim, hepsini halledeceğim dedim.

Bazı insanları hayatımdan çıkartmak isteyip çıkartamıyorum şu günlerde. Aşık olduklarını sanıp aptal saptal hareketlerde bulunuyorlar. Tahammül edemiyorum. Aşkı bencillikle yoğurup karşıma geliyorlar. Ama ben senin için bunu yaptım bıdı bıdısı ile beynimi yiyorlar. Ben mi dedim sana yap diye hesap sorasım geliyor. Ergen ergen muhabbetlere düşürecekler illa ki.

Annem ile konuştuktan sonra rahatladım ama kadın bu sefer tedirgin oldu. Zaten mezuniyet, iş durumları, başkanlık, projeler, tezler falan derken çok gerileceğimi biliyor. Bir de üzerine böyle aptal durumlar olunca iyice panik oldu. Sonra sana güveniyorum hepsini halledersin. Kimsenin seni yıpratmasına izin verme dedi. O an bitti her şey. Böyle sıcak bir gülümseme sakinleştirdi.

Anneler iyiki var.

Sizler de iyiki varsınız.

Bu arada tatil planlarım tamamdır. Mükemmel bir tatil beni bekliyor.

Bir de bu hafta çok mükemmel insanlara kavuşacağım.

Çok heyecanlı.

Siktir boktan insanlara rağmen hayat çok güzel arkadaşlar.

Çok yarım.

House bir bir bölümünde, “Sürekli seni hayal kırıklığına uğratan birini sevmek kadar kötüsü yoktur.” diyordu. Tam hatırlamıyorum ama bunun gibi bir şey söylüyordu. Hatta bölümü de aradım ama şu an bulamadım. Zaten konumuz House değildi. Hatta bir konumuz da yoktu. Sadece bunu söylemek istedim. Defalarca bizi hayal kırıklığına uğratan adamları niye seviyoruz diye sormak istedim.
Cevabını hiçbir zaman bulamadım. Belki de bulmak istemedim. Bilemiyorum. Her defasında yeniden hayal kırıklığına uğrayacağımı bile bile kapıldım bir rüzgara. Ardıma hiç bakmaya bile gerek görmedim. Kırıklıklarım en çok içime batarken hiçbir şey yapmadım. Zaten o da yapmadı. Hatta görmezden geldi.

Bir gün her şey farklı olur diye beklemekten vazgeçelim. Çünkü hiçbir şey düzelmeyecek ve hiçbir şey farklı olmayacak. Her şey tam da bildiğim gibi bıraktığım gibi devam ediyor. Her sahnesini ezberlediğim bir filmi izliyorum sanki. Bir umut anlıyor musun? “Belki bu sefer farklı olur.” cümlesini kurduracak bir umut. Ama hepsi bizim kırıntılarımızdan başka bir şey değil. Hiçbir şey değil.

Bir gün sevdiğim bir kadın, kahvesini içerken birden şöyle demişti, “Tuğba, bir şeyi olduğundan daha fazla görüp umut etme. Gördüğün kadardır; ne eksik ne de fazla.” Hemen orada itiraz ettiğimde “Gün gelecek bir gün…” demişti ve cümlesini yarım bırakmıştı. Şimdi ben o cümleyi çok rahat tamamlayabiliyorum. Bunun için sevinmeli miyim bilmiyorum. Yani altı üstü hepsi bana kaldı. Harmanlayıp harmanlayıp önüme sunuyorum. Pek bir sonuç çıkmıyor yani.

Diyorum ya ihtimaller üzerine tutunup başka hayal ettim. Olmadı. Yani olmuyordu da. Bilinen bir şey. Sadece onun dediği gibi fazla gördüm, olduğundan daha fazla görmek istedim. Sonra hepsi elimde kaldı. Şimdi gidebilirim.

Yazıya devam etmeyeceğim.

Sonra da etmeyeceğim.

Mutlu kalın.

1 Saat

daktilo

20:17

Haberleri izliyorum, zaman geçsin diye. Geçmiyor.

Yazılarımı daktilo sesine sahip olan programda yazıyorum. Tuşlara basarken çıkardığı sese bayılıyorum, hele ki entera basarken çıkardığı ses beni öldürüyor. Yani öldürüyor dediysem aldığım hazdan. Öyle yani, çoğu zaman. Hatta size programdaki görüntüsünün capsini alacağım. Yazının bitmesini bekliyorum.

İnsan daha yeni başladığı şeyin bitmesini bu kadar mı çabuk bekler? Ama öyle değil mi? Başladığımız her şey hemen bitiyor. Bitmeyen tek şey şu sıkıcı yaz günleri…

Gün resmen hiç geçmiyor, anlamıyorum. Artık gözlerimi açar açmaz maillerimi de kontrol etmiyorum. Önceden öyle miydi? Şimdi kendimi, ne yapacağını bilmeyen ipsiz sapsız olarak görüyorum. Biliyorum, öyle değil ama tatil havası işte. Dediğim gibi bana göre değil. Hem insan Ramazan ayında da hiçbir şey yapmak istemiyor.

Habere odaklandım, tatile giderken bla bla diyor. He tatil he diye trip atıyorum muhabire. Salyangozla gelen güzellik diye bir haber sıradaki, ayy böyle güzelliğin ben diye devam ettim. Hayır bir de tek seansı 250 $’mış. Tabi tek seansla da halledilmiyor hiçbir şey. Neyse; göstermeyin bana böyle haberleri, midem bulanıyor.

20:38

Kendime gerçekten çok kızgınım. Yapacak çok önemli bir işim varken neden erteliyorum bilmiyorum. Benim o kitabı bitirmem gerekiyor, bitirmem. Sıkıcı yaz günleri diye ertelemeye başladıkça bitmiyor. Bugün sevgili yazar aradı, birkaç değişiklik istedi ve o birkaç değişiklik benim 2 günlük çalışma yapmamı gerektirecek. O birkaç değişiklik beni sinir krizine sokup kafayı yedirtecek. Ama olsun, yazar mutlu olsun. Karar verdim; kitap baskıdan çıkar çıkmaz imzalı bir kitabı, kitaplığıma yerleştireceğim. Önce benim kitabı bilgisayara yazmam sonra da onları bir güzel düzenlemem gerekiyor. Yarısı bitti, yarısı da yakında bitecek. Kararlıyım.

Gündüz yazamıyorum, akşam yazayım diyorum. Gece de erkenden uykum geliyor. O yüzden bu akşamdan sonra nescafeli yoğun günlere merhaba demeye karar verdim. Böylece sabahları da erkenden uyanıp gün bitmiyor diye söylenmeye başlamam.

20:42

Söylemeden geçemeyeceğim, kendimi bloglara verdim. Sabah akşam blog okuyorum. Telefondan feedly sayesinde blog okumak o kadar keyifli oldu ki yatıp kalkıp blog okuyorum. Bazen evleniyor, bazen boşanıyor, bazen de çılgınca dünyayı dolaşıyorum. Her blogta ayrı bir havadayım, bu durum fena bir şekilde sardı beni.

Bir ara sizlere tavsiye bloglarım diye yazı hazırlayacağım ama şu an erken. Blog sahiplerini daha iyi tanıdıktan sonra yanlarına üç beş yorumlarımla önereceğim. Zaten öyle kuru kuru önerileri hiçbir türlü sevemedim.

21:17

Kargo beklemeyi ne kadar çok sevdiğimi az çok biliyorsunuz. Babamın dualarından mıdır nedir bilmem, burada yaptığım tüm alışveriş kargoları tekrar geri gönderildi. Hiçbiri tam olmadı, ya büyük geldi ya da bir sorun çıktı. Bu yüzden çok mutsuzum.

Bir de kargoların en güzeli, mektubum geldi geçen gün. Bak postacı geliyor, selam veriyor havasındaydım. Bir de yanında sıcak çikolatalar, kahveler ve çikolatalar yer almış. Hele ki müzik kutumdan hiç bahsetmiyorum. O günkü mutlu halimle yazmak isterdim ama iki kelimeyi bir araya getirecek pek fırsat bulamadım. Neyse. Şimdi ben de cevabımı yazıyorum, çok keyifli. Mektup arkadaşlığı ölmesin, çok yaşasın!

Bu arada ikimizde mektup dozajını kaçırıp destan yazıyoruz. Mektup kağıtlarımızı birbirine bağlasak adrese kadar kendisi ulaşacak resmen. Olsun, biz mektuplarımızı böyle bağrımıza bastık. Bak postacı geliyor, selam veriyor.

Şarkısız yazı ekleyince garip oldum, hiç bana göre değilmiş.

Neyse, bahsettiğim programda yazarken şöyle bir hâlde oluyor. Tık tık.

Dayanamayacağım şarkı vereceğim. Bu şarkıyı da mutlulukla dinleyin. Tık tık.

Anne ben çıldırdım!

Deniz_kum_gunes_Sea_beach_sun

.

– Napıyorsun sen?

+ Yunan adalarından bildirmek isterim ki güneş içime içime işliyor. Mavi öyle sonsuz ki tüm negatif enerjimi yok ediyor. Ayağımı serin sulara sokarken kitabımı okuyorum. Bir de hafif bir esinti var onun tadını çıkartıyorum.

– Sen benimle dalga mı geçiyorsun?

+ Kapat kapat, yakışıklı çocuklar var.

Ne yapıyor olabilirim acaba? Odamdan bildiriyorum, editörlüğünü yaptığım kitabın sayfalarını okumaya çalışıyorum. Bir yandan facebooka, diğer yandan twittera bakıyorum sonra da hop hepsinden sıkılıp elime geçen gün başladığım kitabı alıyorum. Dengem bozuldu; neye saldıracağımı şaşırdım.

Geçen günkü tatil sendromu yazımı okuyup ne yaptığımı sormak için aramış beni. Değişen hiçbir şey yok; her yaz aynı sen diyor. Değişen ne olabilir ki? Sen evlendin ve 1 bebiş var he bir de İtalya’ya yerleştiniz başka bir değişiklik yok çok şükür. Onun dışında idare ediyoruz işte. Her gün, dünün aynısı mübarek.

Bak, mesela artık kitabı bitirene kadar kendimi her şeyden uzak tutuyorum. Resmen kendimi cezalandırmaya başladım. Yakında interneti de elimden alabilirim. Bisiklet keyfime bile ara verdim. Ama inat ettim dostlar; kitabı ay sonuna kadar bitireceğim. Tamamını ay sonuna kadar bitirip bu sefer de kapak için araştırmalara başlayacağım. En güzeli ise bayramdan sonra özgürüm demek. Özgürüm ya özgürüm!

Sanırım kitap sonrası ilk işim İzmit’e gitmek olacak ya da İstanbul’a bilemiyorum. Belki Tekirdağ’da olabilir. Bunlara özgürlüğümü tekrar elime aldığımda karar vereceğim. Tam kendimi verebilsem 15 günde tüm özgürlük elimde ama yok yani her şeyi kendime cezalar vererek ancak ay sonu diyebiliyorum. Buradan çıkaracağımız en önemli sonuç, masa başı iş kesinlikle bana göre değil anne. Yıllar önce o fallarında çıkan şey doğru valla biliyormuş teyzeler.

Mağazalardan, dükkanlardan, ıvır zıvırlardan uzak durdukça kendimi internet alışverişine iyice verdim. Babam septomlarımdan yola çıkarak çeşitli hastalık isimleri uydurdu. Sonra en sonunda hiçbirini beğenmeyip o alışveriş siteleri çöker inşallah dedi. Adam haklı; internetten tek başına yaptığı ilk alışverişte hatalı ürün geldi. Yok iadeydi, yok faturaydı uğraştı durdu. Gelseydi cillop gibi ürün, bunlar böyle mi olurdu? Neyse işte bugün de nefsime hâkim olamadım ve verdim yine bir şeylerin siparişini. Allah’ım haftaya ve ondan sonraki haftaya aralıklarla kargolar gelecek, ne çok mutlu olacağım. Hüloğğğğ!

Not: Bu arada bir önceki yazımda bahsettiğim kutudan Pınar ile sipariş vermeye karar verdik. Zamanlama olarak Eylül ayını düşünüyoruz. Evi yerleştirdikten ve huzura erdikten sonra siparişlerimizi veririz.

Not 2: İnternette bir türlü istediğim gibi bulamadığım beyaz platform topuklu ayakkabı almak için çarşıya gitmem gerekiyor. Sefa özel tasarım yapmak istediğini ve bu yüzden beyaz ayakkabıya ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu çılgın çocuk yakında tüm evrene graffiti yapacak.

Not 3: Kuzenimin düğünü yüzünden Rock’n Coke’daki sanatsal çılgınlığına katılamıyorum. Bizim üniversiteyi ben organize ediyordum; bir ara, araya giren final, büt ve yaz tatili nedeniyle umutsuzluğa kapılsam da orta oyunu ve pantomim hazırlandı bile. Ekstra olarak yeni atölye fikirlerini de sundum. Hepsi sevinçle karşılandı. Ahh bir de ben de gidebilseydim! İçimde kalacak resmen. Neyse tatile gideceğim hem ben. 🙁

Not 4: Balkona bizimkilerin yanına geçip çay keyfi eşliğinde düğün, dernek, çeyiz muhabbetlerine tam gaz devam edeyim. Evlenen kuzenin mi var, derdin var. Bak bir de sürpriz gösterim hazırlayacakmışım. Pff.

Not 5: Gidiyorum; başka notum yok.

Not 6: Valla son notum; zile basan elleriniz zile yapışır inşallah!

Yaşam şehri

Nereden olursa olsun bavulları toparlayıp gitmek çok zor. İstersen 1 haftalığına, istersen 1 yıllığına… Bir şeyleri ardında bırakmak her türlü zor geliyor insana. İster istemez hüzün sarıyor dört bir yanını.

Ev değiştirmenin bende bu kadar hüzün yaratacağını bilmezdim. 1.5 sene sayılır, orada neler yaşadık ettik biz. Balkonuna ne kahkahalar, odalarına ne gizli saklı gülüşmeler sakladık. Yeri geldi kapıyı çarpıp çıktık, yeri geldi kahvaltı yapalım bağrışlarıyla şenlendirdik. Kimler geldi, kimler geçti o salondan. Ama bir tek biz kaldık. Kaç rakı masası, kaç şarap masası, kaç biralı fıstıklı masalar kuruldu. Hepsi yerinde güzeldi.

Ev taşımak bir ayrı yorucuydu. Hele bir de Eylül ayında o evi temizlemek yerleştirmek bir o kadar daha yorucu olacak. Şimdiden gözümde büyüyor. Ahh tanrım, ne olacak biz göçebe öğrencilerin hâli? Olsun ev arkimle sanatsal bir çalışma yapıp şu an gözümüze sıkıcı bürünen o evi de renklendirip şenlendireceğiz.

Bu yılın son akşamında yine Zanzi’ye gittik. Senenin ilk gününde de sağ ayakla adım atmıştık. Böyle hep bir duygusallık vardı. Buram buram mezun ettiklerimizle vedalaşmak çok ağır geliyordu. Hayat bu sen istesen de istemesen de birilerini hep koparıp atıyor başka dünyalara. Tüm akşam; yıllar boyunca yaptığımız tüm aptallıklar, gülüşmeler, çalışmalar hepsi gözümüzün önüne geliyor. Hey gidi İzmit.

En azından beni bir avuntu sarıyor. 1 yıl daha Tuğba. 1 yıl daha buralarda demir ağı örmeye devam edeceksin. Sonrası diyorsun hepsi koca bir muamma. Olsun, bu da bir başlangıç. Belki sonu, sonucu olmaz. Diyorum ya istersen 1 haftalığına ayrıl; o şehirden giderken bir hüzün kaplıyor. Böyle nasıl desem bir başka oluyor insanın içi. Hele ki bir de son sene, mezun olma duygusu şimdiden ayaklarına dolanıyorsa içi içine sığmıyor insanın. Eski ev arkime veda edip yeni ev arkime hoşgeldin demek bile çok buruk yahu.

Diyorum ya bir şehri güzel yapan yaşadıklarımızdır diye. Bu şehri de her gün biraz daha anı örerek biz güzelleştirmedik mi? Hangi köşesinde barındırmadık anılarımızı? Kavgalarımızla gürültülerimizle güzel o şehir.

Şehri terk ederken eşek kadar 3 bavul, 1 sırt çantası, 1 kol çantası, 1 poşet ile veda ettim. Hele bir de Efetur yazıhanesinde adam; hayırdır şehri terk mi ediyorsun, dönmeyecek misin sorusuna panikle “ayy yok yok geleceğim ben, valla geleceğim, hep geleceğim.” cevabını vermemle kahkahalarımız bir oldu. Geleceğim ben ya! Bekleyin beni.

Şenliğin Sanatsalı

Şöyle yine şenliği, finalleri, bütleri ve yönetimsel olarak işlerimizi güçlerimizi hallettikten sonra elbette ortaya çıkan fotoğrafları izlemek çok keyifli oluyor. Şöyle biraz bakarken üç beş atölyenin, üç beş fotoğrafını sizinle paylaşayım istedim.

Hepsi birbirinden keyifli atölyelerde zaman geçirmek paha biçilemez.

O an koşturmanın verdiği yorgunluktan bu kadar çok keyif aldığımı böyle dönüp bakarken anlıyorum. Ebru sanatının huzurunu hiçbir atölyede bulamadım sanırım. Sinir strese birebir. Aman bir şey mi ters gidiyor koşuyorum ebru sanatı atölyesine ya izleyerek ya da bir şeyler yaparak kafamı dinlendiriyorum.

Atölyeler. Atölyelerimiz…

IMG_7849

Bize gerçekten her yer “SANATSAL”

Canımsın sanatsal ekip.

DSC_3296

Bu tablo geçen yıldan kalmıştı. Bu yılda sergilendi.

Sevgili Gülay’ın bu tablosunu çok beğeniyorum.

DSC_3951

Yapılırken görmedim ama çok fazla meydandaydı.

Ellerine sağlık.

IMG_6780

Aytekin tüm resimleri fotoğraflamayı gerçekten başarabilmiş. Yüzlerce fotoğraf içerisinden fotoğraf çekmek gerçekten çok zormuş.

IMG_7094

En şeker atölyelerimizden bir tanesi. Kurabiye atölyesi.

IMG_7097

Sanatsal fotoğraflar.

IMG_7159

Hayriye Hanım ebru sanatına kendisini kaptırmışken güzel bir kare.

IMG_7186

Açılın kurabiye yapıyorum.

IMG_7187

Çok güzel yapıyorum.

IMG_7190

Çok güzel yaptığımı söylemiş miydim?

IMG_6961

Sanatsalın özeti de bu fotoğraf olsun.

Çocuk Gezi Parkı

İnsan doğduğu günde devamlı gündeme maruz kalmamalı.

Her an gözleri acaba yine ne olacak; birileri oralarda yaralanıyor mu yoksa yaralanıyor mu diye panik halinde haberleri takip etmemeli. İnsan üzülüyor, vicdanı sızlıyor.

Bir de hepsinin kenarında şöyle bir video var ki, o kadar güzel, o kadar masum ve o kadar lezzetli ki biraz olsun o pencereden bakmayı sağlıyor insana. Hepsini alıp içine sokmak istiyorum. Yanaklarını sıkıp, kucaklamak istiyorum.

Ağaçlar kesilmesin diye buradayız diyen kocaman yürekler. Çizdikleri resimlerde biber gazına tepki gösteren miniklerimiz. Belki de en çok onlar her şeyin farkındalar ve bir gün herkes unutursa onlar unutmayacak.

Onların gözünden Gezi Parkı.

Can Dündar yine kalemini silah yapıp kelimelerini kurşun gibi atmış.

Adrese teslim plastik mermi
Tam otelin önündeyken, otelin sağ tarafından bir polisin hedef gözeterek otelin girişine doğru plastik mermi sıktığını gördüm. Mermi gelip bir kafamın bir karış üzerinde, otelin giriş kapısına çarptı. Şimdi içerde gaz, dışarda kurşun vardı.
Ve insanlar çığlıklar atarak yeniden içeri, gaza doğru kaçıştı.
Yaralıların alındığı alt kattaki balo salonu, sığınağa döndü. O dakikadan itibaren baygın halde onlarca insan, oraya taşındı, yerlere yatırıldı, eldeki imkânlarla nefes almalarına çalışıldı.
Öksürük krizindeydi herkes… “Doktor bulun, hemen” çığlıkları işitiliyordu. Ağırlaşanları kollarına girip acilen dışarı taşıdılar.
Eldeki tek savunma malzemesi, su şişelerinde hazırlanmış solüsyonlardı. Gaz yiyen çocuklara ve yaşlı kadınlara onunla yardım edildi.
Böyle sakin ifadelerle yazdığıma bakmayın; feciydi.
Gerçekten feciydi.”

Bir kez daha gurur duydum Can Dündar. Bir kez daha sevdim seni.

Yazının tamamını okumak için; tıkla.

Kimsenin kimseyi baskı altında tutmadığı, düşüncelerini ve hukuki haklarla sahip oldukları eylem haklarını kullanabildikleri, derin ve temiz nefes alabildikleri bir hayat temenni ediyorum.

Hebele Hübele

Merhabalar Blöög.

Ayran içtik ayrı düştük biliyorum. Ne kadar uzun zaman oldu oturup bir şeyler karalamayalı. Öyle çok şeyler geçti ki üzerinden nereden toparlayıp sana döksem bilemiyorum. O yüzden yine o eskisi gibi ufak ufak değinerek sana geri dönüyorum.

Seni ne zaman terk etsem bıraktığım yerde bulacağımı bilmek huzur veriyor.

Çok yoğun günler, haftalar hatta aylar geçirdim. Gece gündüz çalıştık, didindik ve başardık birçok şeyi. O süreçte çok yıprandım, çok taşlandım, çok püskürtülmeye çalıştım ama yine bir şekilde işlerin içinden başarıyla çıkabildim. İnsan hep diyor neden bu kadar strese tahammül ediyorsun  diye. Bunu ben de defalarca sordum ve sonra 19 Mayıs Pazar akşamı cevabımı tüm gözlere bakarak aldım. O mutluluğu hiçbirimiz hiçbir strese değiştirmeyiz. En azından benim için öyle.

Peşinden bir seçime gittik; kazanacağımı biliyordum ama bu kadar büyük başarıyla komple ekip olarak kazanabileceğimizi beklemiyorduk. Düşünsene, hiç fire vermedik. Hepimiz oradaydık. Bizim için çok gurur vericiydi.

Çok sıkıntılı işler geçirdik. Bahar şenliğinde organizasyon şirketi bizi yarıda bırakıp gitti. Birçok sıkıntıyı yüklenip bir de önümüze bakmaya devam ettik. “Bize her yer sanatsal” bütünlüğünden sonra yine her şeye değdiniğini bir kez daha iyi anladım. Ebru sanatı mükemmel iyi geldi bana. Resim konusunda yeteneksiz biri olmama rağmen çok güzel işler çıkartabildim. Kendi yaptığıma kendim inanamadım. Hocalarım gerçekten mükemmel insanlardı. Sanırım önümüzdeki dönem zamanımı ayarlayabilirsem Ebru sanatına gideceğim.

Seçimden sonra yeni yönetim olarak da çalışmalar başlamak durumunda kaldı. Her şeyi planlamak, dosyalamak ve raporlamak yine günlerimi birbirine karıştırdı. Ne kadar planlarsan planla hiçbir şey aynı şekilde gitmiyor. Onca yorgunluğun üzerine duygusal arkadaşlık gerilimleri her şeyimi tavan yapıp kriz noktasına götürdü.

Hani şöyle bir bakınca kendime uzun zamandır hiç vakit ayıramıyorum. Eve gecenin bir yarısı geliyorum; üzerimi değiştirip başımı yastığa bırakıyorum. Sabahın köründe kalkıyorum maillere bakıyorum yine evden çıkıyorum. Düşünsene aylardır oturup kitap okuyamadım, film izleyemedim, yeni müzikler keşfedemedim.

Yalnızlıktan kaçmıyorum; kendimi arıyorum.

Sonra tam her şey sakinleşiyor derken finaller ve finallerle beraber ıvızr zıvır işlerini halletmek yine beni bitap düşürdü. Bu arada evimizi dağıtıyoruz. Sanırım yeni evi tuttum. Yani tutmuş olmalıyım sözleşmeyi henüz imzalamasam da. 2 hafta sonra da taşınma yorgunluğu olacak. Eşyaları toplamalar, temizlikler, nakliyeler, yerleşmeler… Saydıkça gözümde büyüyor.

Acilen tatile ihtiyacım var.

Alerjik Durumdayım

selpakGünlerdir hasta hasta dolanıyorum ortalıklarda. Sabah kendime gelip dışarı çıktığımda bir süre sonra tekrar başımı yastığa bırakmak istiyordum. Buna da hep demek ki tam iyileşmemişim hemen gidip yatayım mantığıyla bakıyordum. Günlerdir nefes almak için kendimi parçalıyorum, yok bana mısın demiyor. Çantamda paket paket selpak ha şimdi, ha birazdan derken hapşırma krizleri. İyileş artık grip diye çıldırıyordum.

Dün hoca projeyle ilgili bir şey söyleyecek ki buradan okula ve derse gittiğimi de vurguluyorum. Final öncesi zahmet edip derste hocayı dinliyorum. Tam tamına 7 kişiyiz atölyede. Hoca dergi diyor ben hapşırmaya bir başlıyorum; Allah’ım nolur dursun diye içimden resmen yalvarıyorum. Tam hoca anlattığı şeyde ilerliyor; bu sefer hayvan gibi 8 kere hapşırıyorum. Bir oldu, iki oldu sevgili hocam istersen sen çık dedi. Çıkar mıyım? Hayır. Yıllar sonra derse giriyorum kolay kolay iki hapşırağa pabuç bırakır mıyım? Bırakmadım da. Tam 1 saat 10 dakika da bir defalarca hapşırdım. İnsanlar artık “iyi yaşa” demedi. Hoca da “iyi yaşa” demedi. Kötü tarafı ben de “iyi yaşayayım” demedim. Öleyim ya dedim.

Eve geldim, attım kendimi yatağa. İnsan 1 hafta boyunca bu kadar bitkin ve halsiz olmamalıydı bana göre. Olmayacak böyle bu ilaçlar da bir halta yaramıyor, en iyisi tekrar bir doktora görünmek diye düşündüm. Akşam arkadaşım geldi, gittik doktora. Zaten hastane mikrop yuvası, aha diyorum iyiysem bile hasta olacağım şurada. O sırada trafik kazası geldi, kalp krizi geldi, ayılan bayılan geldi derken iyice gerildim.

İçeriye girdim. Neyin var dedi. Gribim ben ya. 1 hafta oldu iyileşmedim, ilaçlar da geçirmedi dedi. Önce hikayemi dinledi ve sonra aaaa de bakayım dedi. Orama burama baktı ve grip değilsin dedi. Böyle bana vah vah dermiş gibi baktı. E o zaman grip değilsem neyim ben? Boşuna mı sümüklüyüm, boşuna mı hapşırıyorum, neyim ben diye sordum. Alerjik Rinit’sin dedi. Allah’ım alerjiyi duyunca devamını duymadım bile. Ömrümü yedin alerji, ömrümü diye söylendim. Bahar ya da saman nezlesi de diyebiliriz dedi. Bahar mı diye sordum. Tüm sene boyunca ya da sadece bahar dönemlerinde görülür; tedavi edilemez ama ilaçlarla kontrol altına alınabilir dedi.

İlaçlarımı yazdı ve boynu bükük teşekkür ettim. İlaçlarımı aldım ve tıpış tıpış eve geldim. Bir yandan burnumu çekiyorum, bir yandan hastalık hakkında ekşiyi alt üst ediyorum. Burnunu çekerek; yalnız değilsiniz dostlarım, yalnız değilsiniz. Ben de aranıza katıldım diye haykırdım.

alerjik-rinitSiz de özellikle bu dönemde belirtilerini grip ile karıştırmayın. Günlerce burun akıntısını geçtim, şiddetli ve çok sık hapşırma nöbetleriniz varsa, nefes almakta gerçekten güçlük çekiyorsanız ki spreyle bile zorla nefes alıyorum, mesela kulaklarınızda basınç hissediyorsanız hemen otobüs şoförüne küfür etmeyin. 2-3 defa lan otobüs hızlı mı çıktı tepeye, kulaklarımda bir basınç var diye ev arkadaşıma söyleniyordum. Sonra öyle halsiz, öyle bitkin oluyorsunuz ki gücünüzü toplayamıyorsunuz. Gözlerde yanma oluyor ama bir bakıyorsunuz ateşiniz yok. Hapşırırken de devamlı gözlerinizden damlalar süzülüyor. Bu belirtilerin en az birkaçını hissediyorsanız, doktora görünmeniz de fayda var.

Asıl merak ettiğim şimdi ben bunu sürekli yaşayacak mıyım? Hayat bununla yaşanır mı? Yaşanmaz abi. Her yerde toz, duman, börtü böcek varken benim hapşırmamam elde mi?Hadi hapşırayım bir şey demiyorum ama o hapşıramama durumu var ya işte asıl problemin ta kendisi o. Tam hazırlanıyorsun böyle hatta yanındakiler önceden iyi yaşa diyor öyle şiddetli hapşıracakken HAPŞIRAMIYORSUN. İşte bu dramın baş kahramanı olmaktan nefret ediyorum.

Hapşırmak için uyanıp 5-6 kere hapşırdıktan sonra tekrar uykuma devam ediyorum.

Hayat şu günlerde çok zor.