bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Çocuk Gezi Parkı

İnsan doğduğu günde devamlı gündeme maruz kalmamalı.

Her an gözleri acaba yine ne olacak; birileri oralarda yaralanıyor mu yoksa yaralanıyor mu diye panik halinde haberleri takip etmemeli. İnsan üzülüyor, vicdanı sızlıyor.

Bir de hepsinin kenarında şöyle bir video var ki, o kadar güzel, o kadar masum ve o kadar lezzetli ki biraz olsun o pencereden bakmayı sağlıyor insana. Hepsini alıp içine sokmak istiyorum. Yanaklarını sıkıp, kucaklamak istiyorum.

Ağaçlar kesilmesin diye buradayız diyen kocaman yürekler. Çizdikleri resimlerde biber gazına tepki gösteren miniklerimiz. Belki de en çok onlar her şeyin farkındalar ve bir gün herkes unutursa onlar unutmayacak.

Onların gözünden Gezi Parkı.

Can Dündar yine kalemini silah yapıp kelimelerini kurşun gibi atmış.

Adrese teslim plastik mermi
Tam otelin önündeyken, otelin sağ tarafından bir polisin hedef gözeterek otelin girişine doğru plastik mermi sıktığını gördüm. Mermi gelip bir kafamın bir karış üzerinde, otelin giriş kapısına çarptı. Şimdi içerde gaz, dışarda kurşun vardı.
Ve insanlar çığlıklar atarak yeniden içeri, gaza doğru kaçıştı.
Yaralıların alındığı alt kattaki balo salonu, sığınağa döndü. O dakikadan itibaren baygın halde onlarca insan, oraya taşındı, yerlere yatırıldı, eldeki imkânlarla nefes almalarına çalışıldı.
Öksürük krizindeydi herkes… “Doktor bulun, hemen” çığlıkları işitiliyordu. Ağırlaşanları kollarına girip acilen dışarı taşıdılar.
Eldeki tek savunma malzemesi, su şişelerinde hazırlanmış solüsyonlardı. Gaz yiyen çocuklara ve yaşlı kadınlara onunla yardım edildi.
Böyle sakin ifadelerle yazdığıma bakmayın; feciydi.
Gerçekten feciydi.”

Bir kez daha gurur duydum Can Dündar. Bir kez daha sevdim seni.

Yazının tamamını okumak için; tıkla.

Kimsenin kimseyi baskı altında tutmadığı, düşüncelerini ve hukuki haklarla sahip oldukları eylem haklarını kullanabildikleri, derin ve temiz nefes alabildikleri bir hayat temenni ediyorum.

Hebele Hübele

Merhabalar Blöög.

Ayran içtik ayrı düştük biliyorum. Ne kadar uzun zaman oldu oturup bir şeyler karalamayalı. Öyle çok şeyler geçti ki üzerinden nereden toparlayıp sana döksem bilemiyorum. O yüzden yine o eskisi gibi ufak ufak değinerek sana geri dönüyorum.

Seni ne zaman terk etsem bıraktığım yerde bulacağımı bilmek huzur veriyor.

Çok yoğun günler, haftalar hatta aylar geçirdim. Gece gündüz çalıştık, didindik ve başardık birçok şeyi. O süreçte çok yıprandım, çok taşlandım, çok püskürtülmeye çalıştım ama yine bir şekilde işlerin içinden başarıyla çıkabildim. İnsan hep diyor neden bu kadar strese tahammül ediyorsun  diye. Bunu ben de defalarca sordum ve sonra 19 Mayıs Pazar akşamı cevabımı tüm gözlere bakarak aldım. O mutluluğu hiçbirimiz hiçbir strese değiştirmeyiz. En azından benim için öyle.

Peşinden bir seçime gittik; kazanacağımı biliyordum ama bu kadar büyük başarıyla komple ekip olarak kazanabileceğimizi beklemiyorduk. Düşünsene, hiç fire vermedik. Hepimiz oradaydık. Bizim için çok gurur vericiydi.

Çok sıkıntılı işler geçirdik. Bahar şenliğinde organizasyon şirketi bizi yarıda bırakıp gitti. Birçok sıkıntıyı yüklenip bir de önümüze bakmaya devam ettik. “Bize her yer sanatsal” bütünlüğünden sonra yine her şeye değdiniğini bir kez daha iyi anladım. Ebru sanatı mükemmel iyi geldi bana. Resim konusunda yeteneksiz biri olmama rağmen çok güzel işler çıkartabildim. Kendi yaptığıma kendim inanamadım. Hocalarım gerçekten mükemmel insanlardı. Sanırım önümüzdeki dönem zamanımı ayarlayabilirsem Ebru sanatına gideceğim.

Seçimden sonra yeni yönetim olarak da çalışmalar başlamak durumunda kaldı. Her şeyi planlamak, dosyalamak ve raporlamak yine günlerimi birbirine karıştırdı. Ne kadar planlarsan planla hiçbir şey aynı şekilde gitmiyor. Onca yorgunluğun üzerine duygusal arkadaşlık gerilimleri her şeyimi tavan yapıp kriz noktasına götürdü.

Hani şöyle bir bakınca kendime uzun zamandır hiç vakit ayıramıyorum. Eve gecenin bir yarısı geliyorum; üzerimi değiştirip başımı yastığa bırakıyorum. Sabahın köründe kalkıyorum maillere bakıyorum yine evden çıkıyorum. Düşünsene aylardır oturup kitap okuyamadım, film izleyemedim, yeni müzikler keşfedemedim.

Yalnızlıktan kaçmıyorum; kendimi arıyorum.

Sonra tam her şey sakinleşiyor derken finaller ve finallerle beraber ıvızr zıvır işlerini halletmek yine beni bitap düşürdü. Bu arada evimizi dağıtıyoruz. Sanırım yeni evi tuttum. Yani tutmuş olmalıyım sözleşmeyi henüz imzalamasam da. 2 hafta sonra da taşınma yorgunluğu olacak. Eşyaları toplamalar, temizlikler, nakliyeler, yerleşmeler… Saydıkça gözümde büyüyor.

Acilen tatile ihtiyacım var.

Kitap Çekilişi Sonucu

Zaman olmadığı için ancak bugün ekleyebildim. Bu yüzden çok üzgünüm. Videoyu çeken ve çekilişi yapan Melek’e de ayrıca teşekkür ederim. Kazanan arkadaşlar bana birkaç gün içerisinde adreslerini mail atabilir mi? mail@bazenoyleolur.com

“İlk çıkan arkadaşımıza 3, daha sonraki çıkan arkadaşa 2, daha sonraki 2, ondan sonraki 2 ve son çıkan arkadaşımıza ise 1 kitap hediye edilecektir.”

Samet 3 kitap

Fatih Erel 2 kitap

Betül Aybek 2 kitap

Şefik Ateş Meriç 2 kitap

Varol Aksoy 1 kitap

Yazdığınız kitaplardan gönderilecektir.

 

Anlayışınız için teşekkür ederim.

NOT: Kitaplar bu hafta elinize ulaşmış olur. :))

Mutluluk Kutusu – Eşleştirmeler

Yine şuradaki yazıyı tıklayarak hatırlama yapabilirsiniz.

Kızlaaaaaaarrrr. Mutluluk kutusu için çekilişleri açıklıyorum. Ayrıca benden kaynaklı olarak da birkaç gün gecikme oldu. Çok yoğun olduğum için bir türlü yazıyı hazırlayamadım. Bir de çıkan arkadaşlarımız oldu. Şimdi bunları bir kenara bırakıp hemen şöyle bir detaylara girelim istiyorum. Videoyu şu an ekleyemiyorum; facebookta bir tane video eklemiştim. Arkasında o kadar çok konuşuyorlardı ki atarlı giderli bir video olmuştu. O yüzden yenisini şu an ekleyemiyorum. Eklediğim zaman size haber veririm zaten.

Kargolarınızı en geç Salı günü kutularınızı kargoya vermelisiniz.

Kargoları da ptt kargodan göndermek daha doğru olabilir.

Hemen birbirinizle iletişime geçip lütfen adreslerinizi alın. Eğer yarına kadar sizden kimse adresinizi almazsa lütfen bana geri dönüş yapın. Durumu çözelim.

En geç de 29 Nisan Pazartesi gününe kadar da bana kutularınızın fotoğrafını atmalısınız. Twitter üzerinden ya da isterseniz mail@bazenolyeolur.com adresine mail atabilirsiniz. Fotoğrafları bloga ekleyeceğim ondan sonra kargoya verilecek. Herhangi bir sorun çıksın istemiyorum.

Dediğim gibi en geç 30 Nisan’da kargolamalar yapılmış olmalı.

Öpüyorum hepinizi.

Eşleştirmeler şu şekildedir;

bazenoyleolur – pardonkimsiniz

zehraburda – nutabella

dogalselection – ohacokpardon

matterouge – afropunzel

bazenoyleolur’dan kitapzen.com Sponsorluğunda Kitap Çekilişi

hopp

Merhaba arkadaşlar. Fırsat bulup ancak yazıyı yazma ve çekilişi başlatma fırsatı bulabildim. Kitapzen.com sponsorluğunda gerçekleştireceğimiz çekilişte 10 kitap hediye edilecektir. Sadece bu yazının altına yorum olarak yazacağınız aşağıda belirten bilgilerden sonra 1 çekiliş hakkını kazanacaksınız.

Kitap isimleri şu şekildedir:

Erken Kaybedenler – Emrah Serbes
Ruhi Mücerret – Murat Menteş
Bir Psikiyatristin Gizli Defteri – Gary Small
Hasret – Canan Tan
Son Oyun – Ahmet Altan
Uçurtma Avcısı – Khaled Hosseini
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler – Jan Philipp Sendker
Kürk Mantolu Madonna 70 Yaşında (Özel Baskı) – Sabahattin Ali
Sevgili John – Nicholas Sparks
Düğümlere Üfleyen Kadınlar – Ece Temelkuran

 

Çekiliş Hakları

– Çekiliş 21 Nisan tarihinde başlayacak ve 20 Mayıs’da son bulacaktır.

– 15 Mayıs saat 20:00’da http://www.bazenoyleolur.com’dan çekilişi kazananlar ilan edilecektir.

– Wmaracı Çekiliş Aracı ile çekiliş gerçekleşecek ve videoya çekilecektir. Video da aynı şekilde blogta paylaşılacaktır.

– Çekilişin sonunda; ilk çıkan arkadaşımıza 3, daha sonraki çıkan arkadaşa 2, daha sonraki 2, ondan sonraki 2 ve son çıkan arkadaşımıza ise 1 kitap hediye edilecektir. Yani toplamda hediye kitap sayısı 10’dur. Ancak herhangi bir durumda 3 de yedek şanslı seçilecektir.

– Çekiliş sonunda hediyeyi hak kazanan arkadaşlara mail atılacak ve 48 saat içerisinde dönmeyenler hediye haklarını kaybedecek ve yedeklerdeki ilk kişiye hak geçecektir.

– Çekilişte birden fazla çekiliş hakkı kazanabilirsiniz. Bunun için yapacaklarınız şunlardır.

Facebook, Twitter ve Google+’ta aşağıdaki mesajı paylaşan herkes; her sosyal medya hesabı paylaşımı için +1 ADET çekiliş hakkı kazanır.

(Her sosyal medya hesabından 1 adet çekiliş hakkı, örneğin 2 farklı Facebook hesabından toplamda 2 adet çekiliş hakkı kazanılabilir.)


*Paylaşımlarınızın herkese görünür olması gerekyor, aksi takdirde kontrol edemem. Sadece bu paylaşımı, herkese açık bir şekilde ayarlayabilmeniz mümkündür.

– Blogunuzda ya da sitenizde yayınlayacağınız çekilişi tanıtan yazı için ise +3 ADET çekiliş hakkı kazanabilirsiniz.

– 20 Mayıs tarihine kadar paylaştıklarınızı kaldırdığınız takdirde o çekiliş hakkınız iptal edilecektir.

Paylaşacağınız mesajın içeriğide kesin olarak yazması gereken;

bazenoyleolur’dan kitapzen.com sponsorluğundaki kitap çekilişine katılabilirsiniz. Katılım için; ( bu yazının linki gelecek.) 

Blogunuzda yayınlarken;

Kendiniz birkaç kelimeyle çekilişten bahsedip üstteki mesajı yazmalısınız. Ayrıca kitap isimlerini de yazmanız gerekmektedir. Kitap isimlerine tıkladığınızda link açılmaktadır. Blogunuzda da aynı şekilde olması gerekiyor.

ÇEKİLEŞE KATILIM

– Çekileşe katılabilmek için bu yazı altındaki yorum kısmına adınızı ve soyadınızı, mail adresinizi ve yukarıdaki listedeki kitaplardan çekiliş size çıkarsa istediğiniz 5 kitabı yazmalısınız. Bu size 1 çekiliş hakkı kazandıracaktır.

Ayrıca ek çekiliş hakkı için yaptığınız paylaşımların linkini de aşağıdaki şablona eklemelisiniz.

Blog: paylaşım linki
Facebook: paylaşım linki
Twitter: paylaşım linki
Google+: paylaşım linki

NOT: Ne kadar çok çekiliş hakkınız varsa kazanma şansınız o kadar çok fazladır, unutmayın.

Bir kişi yorum olarak katıldığınızı belirttikten sonra eğer blogunda, facebook, twitter ve google+ hesaplarında paylaşımlarda bulunursa toplamda 7 çekiliş hakkı kazanmış olur. İsmi 7 kez yazılır ve kazanma şansı artar.

Herkese bol şans.

Güven Sorunsalı

İnsanlara olan güvenimi sorguluyorum boş zamanlarımda. Yani şöyle bir bakınca pek bir boş zamanımda görünmüyor ama sırf bunu düşünmek için özel bir zaman ayırıyorum. Hayatımızda olan sevdiğimiz insanlara ne kadar güveniyoruz bilemiyorum. Gözlerimin önüne koca bir boşluk beliriyor ve doldurulamıyor.

İnsan yeri geliyor; kendisine güvenmiyor. Bir başkasına nasıl güvenebilsin?

Her ikili ilişkinin içerisinde bir güvensizlik söz konusudur. En yakın arkadaşınız olsun, sevgiliniz olsun, komşunuz olsun ama hep bir güvensizlik söz konusudur. Sadece bu dile getirilmez ve beynin arka taraflarına gönderilir. Ancak en ufak bir şeyde bir dürtü olarak karşımıza çıkar. Hep bir kuşkuculuk; acabalar ve belkiler kol gezer.

Güven üzerine kurulmayan ilişkiler yıkılmaya mahkumdur gibi birçok beylik laflar edilir. Gerçekten ne kadar güveniyoruz ki karşımızdakine? Her şeyi nasıl teslim edebiliyoruz? Bunu ne kadar yapabiliyoruz? Hadi yaptık diyelim her seferinde hayal kırıklığına uğranmayacak mı? İnsanlara çok fazla inanıp hayal kırıklıklarına kendimiz zemin hazırlıyoruz. Zaten güveniyormuş gibi hissettiriyoruz ancak hepimiz güvensizlik duygusunun etkisi altındayız. Beklentiyi ne kadar düşük tutarsak o kadar çok kendimizi güven altında hissediyoruz.

İnsan kendine olan güvenini ve inancını yitirmemelidir.

Sitemlerimle

Olası tüm şeylerden sıkılıp farklı şeylerin arayışlarına giriyoruz. İtiraf etmeliyim ki çoğu zaman da bu farklı şeyleri bulamıyoruz. Ancak öyle bir arayışa girişiyoruz ki başını sonunu kaçırıyoruz. Bu yüzden de sıkıntımızı bulamadığımız bu yeni şeyler geçirdi sanıyoruz.

Sorun en başından beri bizde değil mi? Sevdiğimiz her şeyi bıkana kadar tüketiyoruz. İnsan bıkana kadar bir şarkıyı dinlememeli, görmek istemeyecek kadar en sevdiği elbisesini giymemeli ya da kusacak kadar o en sevdiği tatlıyı yememeli… Hepsini yapıp sonra da sıkıldık diyoruz. Bunu ilişkilerimizde dâhi yapıyoruz. Sıkılacak kadar ilgi gösteriyoruz. Böylece hem karşımızdakinin boğulmasına hem de kendimizin sıkılmasına neden oluyoruz. Hoş olmuyor, uzaklaşıyoruz.

Bir şeyleri sıkılacak kadar çok sevmeyin. Az sevin, araya başka tatlar katın. Aromasını eksik bırakmayın. Hatta kendinize ana yemek olarak sunun. Öğrenci işi yaklaşıp ara sıcakları atlamayı alışkanlık hâline getirmeyin.

Artık şarkıları bıkana kadar dinlemiyorum. Jehan’ı bile artık eskisi gibi dinlemiyorsam tüketene kadar çok sevdiğim içindir. Sıkılanana kadar sabah akşam dinlediğim içindir. Ara vermek gerekiyor eski şeylere. Bu yüzden yapmayalım, sevdiğimiz şeylerden sıkılmayalım.

Sevdiğimiz şeyleri bir oyuncak gibi koltuğun arkasına fırlatmayalım;
hiç yakışmıyor bizim gibi insanlara.

Beğenmedim: Aşk Kırmızı

Pilavcı Baba’da otururken hadi sinemaya gidelim diyerek izlediğimiz filmlerden biriydi. Yani 2 seçeneğe kadar düşmüştük ama en yakın seans ne yazıkki Aşk Kırmızı’ydı. Osman Sınav imzalı film için en güzel yorum Sena’dan geldi. Kesin senariste cv oluşturmak istedi. Haklıydı, yani genel olarak hayal kırıklığına uğradık.

Konu klasik olsa da daha iyi bir senaryoyla güzel işler çıkartılabilirdi. Ama bizim izlediğimiz film dramdan daha çok komediye benziyordu. Zeynep’in her cümlesinden biri kocam olunca hem biz hem de salon bu duruma çok çıldırdı. Hay ama senin kocana diye herkes bir şeyler saydırdı. İzlediğim en gürültülü dram filmiydi. Tüm salon kahkaha atarak, replikleri önceden söyleyerek, eleştirerek izledik. Kapıda beliren adamımız; elinde çiçeklerle duygusuz ve donuk bir şekilde “Bu ne güzellik ya rabbel alemin.” diyerek bir kez daha salonu kahkahalara boğdu. Replikler bir yana da kullanılan objeler çok güzeldi. Senayla devamlı sohbet ederek bak bak şu obje çok güzelmiş ya. Hayır, kırmızı tonu da çok iyi kullanılmış diyerek hep iyi yanlarına odaklanmaya çalıştık. Hele bir de filmin başlarında bir gözlük koleksiyonu vardı ki dikkatimizi pek çekti.

Onun dışında senaryodaki oturtulamayan asıl mevzu Nazlıgül’ün yaşam dramı mıydı yoksa iki kadın arasında gidip gelen tipik Türk erkeği miydi? Bunu kestirmek çok zor. Çünkü ikisine de üstün körü değiniliyor. Çok gereksiz sahneler ve çok abartı tesadüfler de söz konusuydu. Türk erkeği eski sevgilisinin profiline bakacak sonra sayfayı kapatmadan öylece bilgisayarı bırakıp duşa girecek; inanabiliyor musunuz? O sayfa kapatılır, geçmiş itinayla silinir, olası yerler bile kontrol edilir. Ama bizim adamımız karısı gelince çat diye ekranı kapatıp duşa giriyor. Kapatmak için taklalar atmıyor. Olası şey değil.

Ayrıca iki kadın karakter arasındaki zıtlıklar ve Zeynep’in bir türlü ağlamayı başaramaması da sinir bozucu bir hâl aldı. Film dönem dönem çok sıkıcı ilerledi. Hadi bitse de çıksak modunda bekledik. Kırmızıya olan tutkum, böylesine bir film ile harcanmamalıydı diye düşünüyorum. Bir de demeden geçemeyeceğim Zeynep’in Şahin ile birlikte olması en gereksiz olaylardan biriydi. Yani bize bile fazla geldi bu durum. Kimin eli, kimin cebinde belli değil diyerek aldatmayı bu kadar masumlaştırması filmin değerini gözümde daha bir düşürdü. Hiçbir ihanet yaşanılan her ne olursa olsun affedilmeyi hak etmiyordur. Ama bir ara üçlü ilişkiyi düşünerek bile kadının kendi değerini kendisinin ne kadar ezip geçtiğini gösterdi. Bu kadarı yapılmamalıydı. Filmin sonunda Nazlıgül’ün intiharıyla hayatın bu kadar düzene girmesi de hoşuma gitmedi.

Sinemada izlemenizi tavsiye etmiyorum; korsana evet.

<a href="http://www.youtube.com/watch?v=yyXzUgPlCT4?hl=en"><img src="https://i0.wp.com/www.bazenoyleolur.com/wp-content/plugins/images/play-tub.png" alt="Play" style="border:0px;" data-recalc-dims="1" /></a>

Hepsi bir yana Mehmet Erdem’in şarkılarını dinledik sadece. Güzeldi, iyiydi şarkılar.

Buruk Sancı

1Biraz soğuk bir karşılamaydı; öncekilerinden çok daha farklı bir görüşme olacağını daha karşısına oturmadan anlamıştım. Nasıl hissederiz bilmem ama insan hissediyor işte. Daha evden çıkarken bile son kez onun için hazırlandığını hissediyorsun.

O günü ne kadar ertelemeye çalışırsan çalış dank diye geliyor ve sen hiçbir şey yapamıyorsun. Yine ince bir titizlikle hazırlandım ama içim öyle sıkılıyordu ki nefes alamıyordum. Bir balkona çıkıyor, bir ayna karşısına geçiyorum. Bir şeyler ters gitse de şu evden adımımı atmasam diye çok çaba harcadım. Ama her şey öyle muazzam bir şekilde ilerliyordu ki terslik olmadığı gibi her zaman bir hata yaptığım makyaj bile tek seferde çok güzel olmuştu.

Evden adımımı atarken bu hislerini ve kuruntularını burada bırak diye kendimi temkinledim. Otobüs beklerken bu sefer geç gelse diye kendimi dua ederken bulduğumda; at artık şu kafandan kötü düşünceleri diye bu sefer sinirlendim. Kulaklığımı takıp her zaman oturduğum köşeye geçtim. İnsanları bu köşeden izlemek her zaman zevk verirdi. Bu sefer insanların beni izlediğini düşündüm. Hatta üzgün gözlerle bana baktıklarını birazdan ağlayarak koşa koşa bu şehri terk edeceğim için acıdıklarını hissediyordum. Elbette böyle bir şey yoktu. Her zamanki gibi yine saçmalıyordum. Zaten kafamızda kurduğumuz şeylere önce kendimiz inanıyoruz. Öyle de oldu; önce kendim inandım.

Durakta inip dükkanları baka baka buluşacağımız yere giderken tamamen bu kötü düşünceler uçup gitmişti. Ta ki o masaya yaklaşırken ayaklarım geriye doğru gidene dek. Boğuluyordum, kalbim sanki atmıyor resmen beni parçalıyordu. Bir an başımın döndüğünü sandım. Ama o çift göz beni başıyla selamladı. Daha sonra elimi tutup yerleşmeme yardım etti. Kuru bir nasılsın dedi. Sadece kuru bir nasılsın. Yıllarımı verdiğim o adam bana onca yaşadıklarımızdan sonra sadece kuru bir nasılsın dedi. Ne istersin diye sorduğunda sadece soğuk su diyebildim. Nasılsın ve ne istersin? Bu çok acımasızcaydı.

O an emindim yani o masaya oturduğum an her şeyin bittiğinden emindim. İnsan anlıyor her şeyi. Yıllarca yediğiniz içtiğiniz aynı olan bir insanla yolun sonuna geldiyseniz tek bir bakışından bile anlayabiliyorsunuz. Yine de daha asil bir davranış bekledim. Belki telefonla arayıp bitti demesinden daha iyi olabilirdi ama yine de yaşadıklarımızın yanında çok alafranga kalıyordu. Hele bir de hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi sıradan bir güne devam edişi yok muydu; onu oracıkta öldürmeliydim.

Hiçbir şey yapmadım. Sadece kahveyi içmesini uzun uzun izledim. Yüzünün her bir milimini aklıma çizdim. Dudaklarından dökülen her bir yeni kelimeye tutunmak istedim. Bu da olmadı. Böyle olmamalıydı dedi. İşte o konuşma başlıyordu; dayanamadım.

Bana bir şey açıklamak zorunda değilsin. Lütfen. Kahveni bitirdikten sonra kalkabiliriz dedim.

Onca yılın verdiği tecrübesine dayanarak benim anladığımı ve o konuşmayı duymak istemediğimi anlamıştı. Dediğim gibi de oldu. Kahvesini bitirdi ve her zamanki gibi beraber kalktık. Yine masada unuttuğum telefonumu arkamdan toplayıp arkana bakmayı alışkanlık edin olur mu dedi. Yani ben artık yokum, telefonunu orada burada bırakıp gitme demek istedi. Sadece gülümsedim ve çıktık. Sanırım en zor kısımda orasıydı. Önce beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Sonra da beni bugün hiç bekletmedin diye kulağıma fısıldadı.

Nasıl ayakta durduğumu bilmiyorum. Hadi onu geçiyorum, nasıl ağlamadığıma hâlâ akıl sır erdiremiyorum. Az önceye kadar her bir milimi benim olan adama uzun uzun son kez baktım.

ve sonra ben sola, o da sağa döndü.