bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

‘bazenöyleolur’ Kategori Arşivi

Böyle böyle.

  • İnanın neresinden tutsam elimde kalıyor. Bu yüzden tutmamak öylece boşluğa bırakmak daha mantıklı değil mi? Yani en fazla kaybolurum.
  • Şöyle bir bakıyorum; bir daha bakıyorum, ne de güzel gülümsüyor. Haberi yok ama gamzesine umutlarımı sakladım.
  • Hayatım boyunca her şeyim son anda gerçekleşiyor. İşte bu sebepledir ki hala birazcık içimde umut kırıntıları mevcut. Ev bulacağıma olan inancım işte hep bu yüzden. Halbuki Cuma ya da Cumartesi taşınmam gerekiyor.
  • Düşünmekten çok yoruluyorum. Neyi düşündüğümü bile fark etmeden dalıp uzaklara gidiyorum. Bazen küçük bir kız çocuğu beliriyor gözlerimin önünde. Yeşilliklerde koşmak istiyor, biraz da papatya toplayıp saçını papatya suyuyla yıkamak istiyor. Saçları papatya koksun istiyor, biraz da doğal yöntemlerle rengi açılsın. Çünkü küçük. Her şey onun için çok masum. Büyüyünce hayat pek masum değil. Doğallıklar yerini yapay sohbetlere bırakıyor. Şimdi o küçük kız koşarak uzaklaşıyor, bizim dünyamızdan. Üzülüyorum.
  • Hiçbir şey istediğimiz gibi olmuyor değil mi? Hep bir engel, hep bir dolambaçlı yol ve hep bir mutsuzluk var. Belki de bizim kuşağımız mutsuzlukla lanetlenmiştir.
  • Hayır, yemeyeceksin diye diretiyor. En sonunda pes ediyor; o halde yemekten sonra sadece 1 tane yiyebilirsin diyor. Ben kazandığımı düşünürken asıl kazanan o oluyor ve ben üzülüyorum Benim küçük çocuğum; günlerdir çok fazla tükettin ve bu yüzden hastalandın. Yine filozofun dediğine geliyoruz ve sen dün gece ağrıdan kıvrandığını unuttun çünkü şu an sadece dondurma yemek istiyorsun diyor. Dondurma yiyerek intihar etmek mümkün mü diye soruyorum ve ardından kahkaha atıyoruz.
  • Fransızca çalışacak motivasyonumu kaybettim. Belki de hiç olmamıştı. Bir an önce kendimi toparlayıp ders çalışmaya başlamam gerekiyor. Yoksa sonum pek iyi görünmüyor.
  • Sevgi mi? Bilemiyorum.
  • Biraz biraz kafayı yedim galiba. Belki de hepimiz kafayı yemişizdir ve aslında akıllılar bize biraz tuhaf geliyordur. Kimbilir belki sen de delirmişsindir. Delirmedin mi? Peki.
  • bazen öyle olur. 

Hasta

Yazmayalı dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar. Güneş ufuktan ne zaman doğacak bilemiyorum. Belki doğdu da farkına varamadım. Yazmayacağım diye kendi kendime sözleştiğim kararımdan yine kendi kendime başlarım ulan böyle karara, kendine gel diye kızarak geri döndüm.

Geceyi üç buçuk geçiyor ve ben hala uyumuyorum. Hasta olmanın verdiği yetkiye dayanarak kendimi bloga atıyorum. Hem iki lafın belini kırarız diye düşünüyorum hem de sıcak bir dost sarılmasına ihtiyacım olabilir. Yani henüz ortada öyle bir ihtiyaç yok ama bilirsin beni tedbiri elden bırakmayı pek sevmem. Çok tedbirli olmasam da bu önemli bir detay diye düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

Hastayım be okuyucu. Dün tatil dönüşü eve girmem ile o kadar ilgi aldım ki adeta kendimi Türkiye’de hissettim. Brokoliden nefret ederken hastalık bana brokoli çorbası bile içirtti. Ayşe de hastaydı. İkimiz hasta hasta nefes almaya çalışırken İdil resmen bizi iyileştiriyordu. Mercimek çorbaları, ilaçlar, o bu derken kapanışı çikolatalı-muzlu krep ile yaptığında saygı ile önünde eğilmek istedim. Tüm gece ilgilendi bizimle. Ekşi’ye girip yurt dışında hasta olmak başlığına entry yazabilecek kadar gücüm olsaydı her yurt dışına bir İdil lazım yazmak istedim.

Ayşe: İdil görmeden bunu da ört üstüne ört ört. 
İdil: Ya siz ne yapıyorsunuz?!!!
Ayşe: Şapka tak, atkı da tak.
İdil: Yatakta yatıyorsunuz! Çıkarın o atkıları?!!
Ayşe: Boğazın acıdıkça şeker gibi ye bebiş ben öyle yapıyorum. Yarın yine alcam bundan, ye bunu ye. (3 saat sonra..)
Ooo yemişsin baya. İdil gebertecek bizi. Günde en fazla 2 tane alın demişti.
 
Komik komik diyalogların yaşandığı günler geçiriyoruz. Dudağımdaki uçuk resmen double trible oldu. Artık dayanılmaz bir kaşıntı isteği geldi. Ama hemen İdil olsa, dokunma diye bağıracağını bildiğim için dokunmuyorum. İdil canımsın. <3
Yazmadığın süre boyunca ne yaptın Tuğba derseniz, hiçbir şey yapmadım. Önce buraya yazmayı sonra twittera yazmayı sonra da diğer ağları hepsini sırayla terk ettim. Önce okumaya devam ettim sonra bir bakmışım okumayı da bırakmışım. Zaten şimdi okuduğum bloglara baksam eminim hepsi evleniyordur. Dur yazı bitsin, üşenmeyip bakacağım. Evleniyorum diyen varsa ağzının ortasına terlikle vuracağım.

Ben şimdi gidip uyuyayım.

Ben geldim.

En az haftada bir yazı yazacağıma söz veriyorum.

Varlığım varlığına armağan olsun.

Amenos..

Başka kıyılara vuralım mı? Ne dersin?

Şarkı için buraya alalım.  

Oysa her şey başka olabilirdi. Huzuru aramadan, huzur bana gelebilirdi. Çok sevip mutlu olabilirdim. Ayaklarım yerden kesilebilir ve belki de karnımdan kelebekler uçuşarak gökyüzünde dans edebilirlerdi. Buna inanmak belki de nefes almaktı. Birçok şeye yeniden başlayabilirdim ki bunu yaparken her defasında en başa döneceğimi bilirdim. Çabaladım. Kendimden çok çabaladım.

Olmadı. Yine olmadı. Zaten hiçbir zaman olmuyor. Olmayanların ne olduğunu ise hala bilemiyorum. Kayboluyorum ve nefes almayı unutuyorum. Göz göre göre unutturuyorlar monsieur. Ben de isterdim elimize kahveleri alıp güzel yarınlardan bahsedelim. Ama şimdi sormak istiyorum; “HANGİ YARINLAR?” Yarına doğru koşarken bugünü kaybettiğinin kimse farkında değil. En çok da ben… Ertelemelerim ayaklarıma dolanana kadar görmezden gelmek daha az canımı acıtıyordu. Hepimiz zaten böyle kırık değil miyiz monsieur?

Biraz düşüncelerimden ve hislerimden tatil istiyorum. Biraz olsun izne ayrılıp kendimi terk etmek istiyorum. Zaten her şeyi terk etme hissiyle bütün bedenim kavruluyor. Gittim yerden bile gitmek isteyecek kadar gözüm dönüyor ara sıra. Kısa bir sürede kendime gelip uyuyorum. Çünkü uyuyunca yeni bir gün başlıyor ve her gün yeni bir umutla gözlerimi açıyorum. Ben bu kadar umut ederken hala nasıl bu kadar umutsuz olabilirim?

Soruları bir kenara bırakıp artık başka kıyılara vurma vakti geldi de geçiyor bile. Ben artık başka kıyılara doğru yol alıyorum. Böylesi daha iyi. Çok daha iyi.

Girdap

Bir şeyler oluyor, çok şey oluyor ama hiçbir şey değişmiyor. 

Zaman geçiyor, yaş ilerliyor ve beklentiler de düşüyor. Hayattan bir şeyler beklemeyi bırakınca kendinden de bir şeyler beklemeyi bırakıyorsun. İşte bu noktada; zamanı kendime, kendimi zamana bıraktım.

Üniversite yıllarında hayalleri ve tutkuları olan bir insandım. Hayat beni hangi noktada buraya getirdi? Nasıl “bugün de yaşıyorum” der oldum. Bilemiyorum. Bir yanım sırt çantasını alıp yollara düşmeye hazırken, diğer yanım sorumluluklarının kölesi olmuş vaziyette. Bu noktada ben şimdi ne yapsam diye düşünürken şarabı açıyor ve en derinlere doğru yudumluyorum.

Bir şeyler eksik, bir şeyler yanlış ve bir şeyler topyekün hata. 

Doğru olan şeyler ise benden oldukça uzakta. Yabancı olduğum sokakların, aslında kendimi keşfetmekten daha öte kendimle tanışmak olduğunu anladığım vakit kendimle yüzleşmekten korkar oldum. Gerçek ve doğru aylarca yanıbaşımdaydı. Görmek ve duymak istemedim sadece. Onsuz olamıyorumlar, onsuz çok daha mutlu oluyorumlara dönsün istemedim. Kulaklarımı kapattım, her şeye. Duymaz oldum söylenenleri ama doğru olan şey şimdi oldukça yakın, içimde. Her şeyden kaçabilirim ama kendimden kaçamam biliyorum.

Öfke nöbetleri bile bir süre sonra sakinleşiyor. Sadece her bireye bir şeyler açıklaması kalıyor. Bunun düşüncesi bile yorarken sikerim böyle aşkın ızdırabını dedim ve köşeme çekildim. Aha tam olarak bu oldu bak. Küfür ettiğimin farkındayım. Evet, pek sevmem normal şartlarda. Ama sanki normalin pek üstündeyiz. Pek. Bir de bu benim hakkımdı ve her şeyden öte zaferim.

Parça parça bir şeyler dediğimin farkındayım ve en kötüsü de bunları birleştirmeye kalkınca çok boktan bir şey olduğunun da. Dikkatim dağılıyor; şarap bir yandan, şarkı bir yandan, sohbet öbür yandan.. İşte durum böyle.

Ben döndüm buralara. Yuvama… Ait olduğum yere.

Annem, hissetmedim o elektriği dedi. 

Bir şeylerin sonu, başka şeylerin başlangıcı.

Hayat çok tuhaf.

Sizler nasılsınız?

Bir de dönülmez o yollar, benden demesi.

Durdum durdum Carrie oldum.

Türkiye’ye gittim ve sonra Carrie olarak geri döndüm.

İzmit’te gözlerim yaşlı yaşlı sokaklarda gezerken ve alışveriş çılgınlığına kendimi kaptırmışken bir an durdum ve ben bu sahneyi nereden hatırlıyorum diye kendime sordum. CARRIE diye içimden çığlık attım. Bilmiyorum o an sesli de söylemiş olabilirim.

İzleyenler bilir ama yine de şöyle kısa bir özet geçebilirim. Final sezonundan 2 bölüm önce Carrie Paris’e sevgilisinin yanına gidiyordu. Ancak beklediği ve istediği gibi birlikte vakit geçiremiyorlardı. Sevgilisi kendi işlerini yaparken Carrie boş boş Paris sokaklarında geziyor ve alışverişin dibine vuruyordu. Sonra bir yere oturup ağlayarak insanları izliyordu.

Aha da ben!

Tabii ki şehrin Paris olmasını tercih ederdim ama elimizde İzmit vardı. Planlanan ya da istenen hiçbir şey olmadığı gibi şehir de Paris olamazdı zaten.

Ben böyle bir yazıya başlamışım bundan 20 gün önce ama sonra yazıyı yarım bırakmışım ve tamamlamamışım. Düşündüm de tamamlamadığım ne kadar çok yazı, ne kadar mesele, ne kadar çok yaşam var. Her şey yarım, her şey biraz eksik ve her şey kendi halinde. O halde en azından son yazıyı tamamlayayım diye düşündüm. Sonra da fark ettim ki son yazı da nasıl desem bir ruh hali içerisinde yazmaya başlamışım ve şu anda inanın en son girmek istediğim ruh hali.

Sonra da işte böyle romanın gidişatını bozup kendi yorumunu yapan yazarlar gibi ben de hayatımın bir karesini dondurup hayatıma dair yorum getiriyorum. Yazılacak ve anlatılacak çok şey var ama biliyorum ki her seferinde araya girip bölmem gerekecek. İşte bu yüzden bir türlü anlatmaya başlayamıyorum.

Tabii ki eski yazma enerjimi kazanmam yönünde fikirleriniz ve önerileriniz varsa şevkle dinler ve hayata geçirmeye çalışırım.

Beni terk etmeyin.

Şimdi ben gidip Fransızca çalışayım.

Au revoir!

 

Kindle Keyfi

How-to-Rent-Kindle-Library-Books-That-Never-Expire

Düzenli olarak okumaya fırsat bulamasam da kitaplığım benim varlığımmış. Bunu öğrenmem için böyle bir tecrübe gerekliymiş. Fransa’da kitaplarım yanımda olmadan kendimi yalnız ve mutsuz hissediyordum. Ne yapsam diye düşünürken aklımda şimşekler çaktı.

Kindle…

Bir arkadaşım vaktiyle Amerika’dan Kindle siparişi verdiğini ve yararlarını uzun uzun blog yazısında geçen yıllarda anlatmıştı. Aklıma hemen o geldi ve onunla uzun uzadıya bu konuştuk. Bir kâğıtsever olarak en büyük korkum o zevki alamayacak olmamdı. En başta ben aynı şey değil, aynı duygu değil hem Türkiye e-kitap sektöründe gelişmiş değil diye kendime birçok neden sıralıyordum. Sonra şartlar beni Kindle araştırmaya sevk etti.

Öncelikli olarak ihtiyacımı belirlemeye çalıştım. Ben kesinlikle ışıklı istediğime karar verdiğim için ve uygun fiyatlı bir şeyler aradığım için Paperwhite sürümünde karar kıldım. İyi ki böyle bir karar vermişim. Gerçekten kararımdan dolayı hiç pişmanlık yaşamadım. Kindle hayatımda birçok şeyi değiştirdi.

Yayınevlerinin basımı nedeniyle birçok kitabı okuyamıyordum. Gözlerimi yoruyor ve çok çabuk dikkatimi kaybediyordum. Kindle ile buna bir son verdim. Özellikle klasik kitapları bir çırpıda okumamı sağladı. Akşam ışığı kapatıp yatağın içine girip Kindle’da kitap okumaya başlayıp bitirmeden uyuyamaz oldum.

Ben çok araştırdım. Gerçekten alana kadar şunu mu alsam, bunu mu alsam, ama buna o kadar para verilir mi diye kendi kendime sordum durdum. Eğer aklınızda Kindle almak varsa hiç düşünmeyin alın diyebilirim.

Okuduğum kitapların da incelemesini bir ara yapmayı düşünüyorum. Ama hangi ara yaparım bilmiyorum. Son dönemlerde iyice buraları boşladım. Duyan da vaktim yok sanacak. Halbuki sadece yazma isteğim yok. Az önce Halide Edip’in “Vurun Kahpeye” kitabını bitirdim. O kitapla ilgili de diyecek çok şey var aslında. Yazmaktan çok okumaya verdiğim şu günlerin tadını çıkarıyorum.

Okunacak satırlar, çizilecek paragraflar ve düşlenecek kitaplar var. 

İlk Gün Heyecanı.

restaurant

 

Hala ne ara karar verdim, ne ara her şey hazır oldu ve asıl ben ne zaman buraya geldim tüm bağlantıyı kaçırdım. Sandığımdan ya da diğerlerinin beklediklerinden çok çabuk oldu her şey. Bazen her şey olacağını varır dememin sonucunda böyle bir sonuç beklemiyordum doğrusu.

İstanbul’dan İzmir’e uçtuğumda da her şey net değildi gözümde. Hala sanki yola çıkmamış gibi hiç heyecanlı değildim. Adnan Menderes’te pasaport kontrolünden sonra tuhaf olmaya başladım biraz. Sonra havalimanında çok tatlı Türk kadınlarıyla tanıştım. 2 de bebek sevdim saatlerce. Böyle hala değişiklik hissetmiyordum. Hatta öyle ki faturalı hattımı faturasıza uçağın kalkmasına yarım saat varken çevirdim, birçok şeyi son dakikalarda yaptım. Böyle de hızlı oldu her şey.

Basel uçağına bindim. Hani böyle içimde kıyametler falan kopması lazım ya zerre bir şey yok. İlk başta Ege gözlerimin önünde süzüldü. Bir süre sonra Aman Allah’ım o ne güzel bulutlardı öyle. Bir de geç bir saat olduğu için güneşin batışı tüm bulutları kıpkırmızı yaptı. Gerçekten enfesti. Sonra inişe yakın, evet şimdi yaklaştık sanırım dedim ve bir heyecan aldı beni.

Fransa’dan benim ile iletişimde olan kişinin ki bu kişi Ayben oluyor, seni 8’de karşılamaya gelecekler dedi. Ama benim inişim 9’du. Aha dedim işler karışacak. İndim, her yer karanlık tabi. Pasaport kontrole doğru ilerledim. Pasaport kontrolde bir zencide sıkıntı yaşandı, o yüzden beklemek durumunda kaldık. Sıra tam bana geliyor bir şey oluyor, iyice gerildim o sırada. Aha dedim ne yapacağım. Sonra İsviçre tarafındaki kontrole yönlendirdiler, onlar da çok soğuk ve ters çıktı. Direkt tersleyerek Fransa çıkışına gitmek zorundasın dedi. Hayır, benden öncekileri geçirdin bana niye böyle yapıyorsun diye hesap da soramıyorsun.

Yine gittim diğer tarafa tabi bu süreçte uçaktan inip pasaport kontrolünü tamamlamayan neredeyse kimse kalmamıştı. Tek tük bir iki kişi geliyor hızlıca geçiyordu. Sonunda Fransa tarafından pasaportumu alıp baktılar birkaç soru, parmak izi ve detaylı yüzümü inceleyerek mührü bastılar. O mühür bir an hiç basılmayacak sandım. Pasaportumu alıp bavullarımı beklemek için ilerledim. Bu sırada uçağı bekleme sürecinde tanıdığımız kadınlardan biri çok komik bir hâldeydi. Bornoz takımı almış bavulundaymış ama paket halinde olunca kargo kısmına almamışlar, el bagajı olarak vermişler. Uçağa binmeden baya uğraştı, kartonları çıkardı poşetin bir kulpu koptu derken inişte poşeti kucaklamış ilerliyordu. Bir de bir ara arkasında kimse yoktu, o kadar komik bir görüntü vardı ki kahkahayı bastım. “Yılın rezilliğini yaşıyorum yemin ederim.” diye isyan ediyordu.

Konuşa konuşa bavullarımızı bekleme yerine geldik. İçimde hep bir endişe bavullarım kaybolacak ve ben olmayan Fransızcamla bavul kaybımı nasıl anlatacağım derdindeydim. Ya kimse İngilizce konuşmazsa “dadasdasdadas” diye kendime alttan alta verdim gerilimi. Yine uçağa binmeden önce tanıştığımız üç kadın; iki tanesi çok genç ve bir de 2 tane daha yeni yaşına girmiş bebekle yan yanaydık. Onların bavullarının çoğu gelmişti ama ben “aha kayboldu” dedikçe “bavul sağlam gelmez ama kaybolmaz merak etme” dediler.

Bu sırada uçağın 8’de ineceğini düşündüğüm için Türkiye saatiyle 9’dan beri babamlar arıyordu. En sonunda mesaj attım. Uzun bir bekleyiş sonunda ilk bavuluma ve ardından da diğer bavuluma kavuştum. Derin bir oh çektim ve hiçbir şekilde kırılmamıştı. Bavulları alıp çıkışa doğru yürürken aslında en büyük korkum beni kimsenin karşılamaya gelmeyecek olmasıydı. Uçak biletimi onlar almıştı, her şeyi biliyorlardı o yüzden ben de yola çıkmadan önce uçağa biniyorum diye mail atmadım. Neden atmadığımı ben de bilmiyorum ama atmadım işte. En son 2 gün önce mailleşmiştik, işte bu yüzden içimde bir korku vardı. Telefon numarası vardı ama telefonumun şarjı bitti bitecekti.

Çıkışa ulaştım ve kimsenin elinde adım yazmıyordu. Ayy iyice panik oldum. Hatta ayy ben bayılacağım galiba diye içimden bunu geçirdim. Yalnız ben içimde bunları yaşarken dışarıdan çok soğukkanlıydım. Bunu nasıl yapıyorum bilmiyorum ama ölüyordum yahu meraktan ama ıhhh tek belirsiz bir ifadem yoktu. Ellerinde isim yazan insanları geçtim ve hatta onlardan uzaklaştım.

Kimseler yok! Hiç kimse.

İsviçre’deyim ve hava karanlık. Fransa’ya nasıl geçeceğim? Hadi onları geçtim elimdeki bavullar?! Ben bu düşünceler içindeyken ellerinde kâğıtla bekleyen tarafa biraz yaklaştım, nedendir bilmiyorum ama bir Türk gözüme ilişti ve elindeki kâğıda eğilip baktım. Beklemekten yorgun düşüp artık her gelene kaldırılmayan o kâğıdı gördüm! Taa taaa taaam. İşte adım ve soyadım karşımda bana bakıyordu. Hemen merhaba deyip tanışma faslından sonra arabaya geçtik.

Fransa’ya kadar tabi ki eve bırakana kadar da Türkçe konuştuk. Yollar evet farklıydı ama kendimi çok kötü hissetmedim, sonuçta çalışacağım kurumda çok fazla Türk vardı. Bu arada Muhammet’in verdiği bilgilere göre Strasbourg’ta akşam 9’dan sonra açık yer bulmak biraz meseleymiş. Dediği gibi sokaklar boştu, pek insan yoktu. Hatta birkaç üniversiteli dışında kimseleri göremedim.

Ve bir yemek faslından sonra eve geldim!

O nasıl bir muhteşem bahçe, şöyle düşünün dört tarafı evlerle çevrili ve ortasında kocaman bir ağaç. Büsbüyük böyle. Ona baktıkça salıncak kurup sallanasım geldi.

Saat geç olmuştu ama geldikten sonra da Ayben saatlerce bilgi verdi, sorduğum her soruyu da detaylıca anlattı. Cinzia ile tanıştık. Şu an her şey yolunda!

Ayrıntıları ilerleyen günlerde aktaracağım.

Bugün biraz işlerim var ve şu an evde net yok. Bağlanınca yayınlayacağım için bu burada böylece kalsın.

11 Eylül.

Çekiliş Sonucu

bazenoyleolur

Merhaba arkadaşlar,

Oradan buradan takip edenler bilir ki şu sıralar çok fazla koşturma içerisindeyim. Bu yüzden Ancak 1 hafta sonra çekilişi açıklayabildim. Bu gecikme için çok üzgün olduğumu bilmenizi isterim. Umarım beklediğinize değer.

Videolu çekim upload aderken problem oluşturdu. Bir de videonun yüklenmesi için sizi bekletmek istemedim. Bu yüzden sonucu sizlere sunuyorum. Şanslı kitapseverleri tebrik ederim.

Dolunay Surat

Ayla Sarıoğlu

Emine Kılıç

SevdaDeg

Reyhan Çetinkaya

Fırat Huy

Beyza Nur

Uğur Gölbaşı

blackd

Nesli

Kitap kazanan arkadaşlar lütfen adreslerini mail@bazenoyleolur.com adresine konuya “Adres Bilgisi” yazarak gönderebilirler mi? Adresinizi, telefon numaranızı ve hatta en çok istediğiniz 1 kitabın adını da yazar mısınız? (En çok istediğiniz kitap yerine yazdığınız 3 seçenekten biri gelebilir. :))

Ardından kitaplar elinize ulaştığı zaman sizden twitter.com/bazenoyleolur adresine ya da yine mail adresine kitap fotoğrafını çekip göndermenizi rica ediyorum.

Bir başka çekilişte görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

Bir EVS Hikayesi

sb

İnsanın her zaman başka bir seçeneği olması gerektiğini savunurum. Doğrudan bir seçeneğe mahkum olduğunda sımsıkı o seçeneğe sarılıp sadece artılarına odaklanıyorsun. Ancak başka bir seçeneğin daha olduğunda bütün seçenekleri masaya yatırıp artılarını eksilerini düşünüyorsun. Hangi seçeneği seçersen daha mutlu olursun bunu hesaplıyorsun. Ben de hesap kitap işlemine başladım.

Çok fazla zamanım yoktu. Sanırım en fazla 3 saatim vardı. Tabi bu biraz da benden kaynaklı böyleydi. Olay olarak şöyle gerçekleşti. Tüm yıl boyunca arkadaşım Çağdaş’ın bulunduğu bir kurumdan EVS ile yurt dışına gönderilecek öğrenciler için duyurular yaptım. Genellikle sosyal sorumluluk projeleriydi. Bir gün ben de gideyim diyordum ama okul çok yoğundu ve okul bitmeden yurt dışına çıkmayacağım diye kendi kendime söylemiştim. Çağdaş ile de okul bittikten sonra uygun bir projeyle yurt dışına gitmek istiyorum diye konuştum.

Aylar sonra okul bitti ve tam anlamıyla net bir işe de başlamayınca “ehh artık yurt dışı vakti” dedim ve Çağdaş’a iyi bir proje çıkarsa gitmek istediğimi söyledim. Söyledim ama bunu enine boyuna düşünmedim hatta aileme bile bir şey demedim. Kısa bir süre sonra Çağdaş aradı. Danimarka’da tam senin için bir proje var diye. Tam emin değildim, işle ilgili görüşmelerim vardı ama Çağdaş projede çok rahat olacağımı söyleyince madem öyle dedim ailemle ve Yalçınla konuştum. Sonunda karar kıldım.

Haziran sonunda başvurmuş oldum. Ancak bekleme süreci çok can sıkıcıydı. Gidecek misin, oldu mu ve oluyor mu derken bir şey yapamıyorsun. Çağdaş rahat olmamı söylüyordu ama yeni mezun biri için hiç de kolay değildi. Hemen gerekli olan pasaportumu çıkardım ve beklemeye başladım. O sırada başka evs projelerini araştırdım. En azından tamamen hâkim olmak için takip ediyordum. Bir gece bir başvuruya denk geldim. Fransa’da gazetecilik mezunu ve web bilgisi olan bir bayan arıyorlardı. Türkiye ortakları ise çok ünlü bir üniversiteydi. Hiç umutlu olmayarak formu doldurdum. 2-3 gün sonra arayıp formdaki fotoğrafım açılmıyormuş mail ile atmamı istediler. Sonra bir gün bir mailde kısa dönem için de gönüllü aradıklarını yazmışlar. Ona da başvurdum. Sonra zaten tamamen unutmuşum. Dediğim gibi hiç umutlu değildim.

Bir gün telefonum çaldı ama arayanın Danimarka için olacağını düşünüyordum. Çünkü haftalardır haber bekliyordum. Sonra bir açtım, Letonya için seçimlerin son aşamasında olduklarını söylediler. Ben de kısa dönem düşünmediğimi Danimarka’da bir proje olduğunu söyledim. Yarına kadar düşünme payı bıraktı. Elbette düşünmedim çünkü uzun dönem istediğimi biliyordum. Ama benim için hayır demek çok zordu. Bir sonraki gün aradıklarında nasılsa hayır diyeceğim şimdi dersten çıkmama gerek yok diye düşündüm. Akşama mail geldi, Letonya ve Fransa projesi için yarın mutlaka konuşmamız gerekiyor diye. Ben Fransa’yı tamamen unutmuştum. Üzerinden 2 ay geçmişti.

Sabah aradım ve koordinatörle görüştüm. Ben sadece seçimin son aşamasındalar onun için görüşmek istediler diye düşünürken iki proje için de benim seçildiğimi öğrendim. Elbette şaşırdım. Kısa dönem istersem Letonya, uzun dönem istersem Fransa. Danimarka projesi olduğunu karar vermek için biraz zaman istedim. Ama bana sadece birkaç saat verebildi. En başta da dediğim gibi çok zamanım yoktu. En fazla 3 saat düşünebilmişimdir.

Birkaç telefon trafiğinden sonra Fransa’ya karar kıldım. Aslında Fransa’yı mailde okuduğum an Fransa’nın olmasını istemiştim. Çünkü yeri hem çok seviyordum hem de bölümüm ile alakalıydı. Kabul ettikten sonra hemen Fransa’dan aradılar, konuştuk anlaştık. Aklımdaki tüm soruları sordum ve tekrar bir sürece başlamış oldum. Nedendir bilmem ama annem de Fransa’ya daha çok sevindi. Umarım oradayken de her şey çok güzel olur.

EVS konusunda ben biraz şanslıydım sanırım. Aylarca proje aramadım ve birden seçeneklerim arttı. Dilerim aylardır proje arayan herkesin karşısına mükemmel projeler çıkar.

Şimdi ben evraklarımla uğraşmalıyım ve dahası Strasbourg’u araştırmalıyım.

Bana şans dileyin. 

Görüşürüz. :*

Hepsi 6 Ağustos’ta oldu. 10 gün sonra yayınlanabildi. 😛