bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Masal Kahramanıydın!

O bıçağı tutuşunu, kestaneyi parmaklarının arasına alışını ve parmağını kesmeden kestaneyi muazzam bir biçimde çizmesini küçükken izlemiştim. Şimdi ben de kestaneleri babamdan gördüğüm gibi çizdim. Zaten birçok şeyi babamdan gördüğüm gibi yapıyordum. Bazen bunu alalen bazen de farkında olmadan yapıyordum. Bunları düşünürken sobanın içine biraz daha kömür attım. Söndükten sonra yakmak için tüm çıraları bir anda tüketiyorum. Bu yüzden közün sönmemesi için hep tetikte bekliyordum.

Kestaneleri sobanın üzerine irili ufaklı dizdim. Şöyle uzaktan bakınca ne kadar da güzel görünüyordu. Onlar pişene kadar koltuğa oturup masadaki kitabımı okumaya devam ettim. Çok zaman geçmeden sobanın üzerinden gelen kestane kokusu, kitaptan kafamı kaldırmamı sağladı. Ayağa kalktım ve kokuyu içime çektim. Yanmaması için üfleyerek kestaneleri ters çevirmeye başladım. Ara sıra elim yanıyor, hoplayıp zıplıyordum. Ara sıra da ters çevirirken kestaneleri yere düşürüyordum. Diğer taraflarının da pişmesi için kestaneleri sobanın üzerinde terk ederek kitabımın başına döndüm.

Kitabı elime alırken ayracı düşürdüm. Önce ayracı parmaklarımın arasında kavrayıp burnumun dibine getirerek inceledim. Kimbilir hangi kitapçıdan, hangi kitaptan sonra ve hangi düşünceden sonra bu haldeydi. Bazen onlara yazdığım küçük notları bir araya getirseydim küçük bir roman oluşturabilirdim. Onun yerine dikkatsizce oraya buraya savrulurken önemsemedim. Önceleri çok değerliydiler; kaybolmalarına göz yummayı bırak, kenarı çizilecek olsa üzülürdüm. Elimdeki ayraca şöyle bir baktım; hiçbir ayrıntısı ya da hiçbir özelliği yoktu. Sıradan kitapçıdan kitap aldıktan sonra poşetin içine atılan ayraçlardandı. Üzerinde ne bir not, ne de bir çizik vardı. Bu daha büyük bir hayal kırıklığı oldu.

Kitap ayracına neden bu kadar üzüldüğümü bilemediğim için kalktım mutfaktan çayı getirdim. Kestaneleri bir kenara toplayarak çaydanlık için yer açtım. Sobanın üzerinde fokurdayarak demlenmesi daha lezzetli oluyordu. Yine yıllar önce annemin babama inatla ince belli küçük bardaklardan al diye tutturduğu zaman; çay içmenin de bir kültürü olduğunu annemden öğrenmiştim.

Şöyle odaya bir göz atarak aynanın karşısına geçtim. Tepeden toplu olan saçlarım, omzuma döküldüğü zaman her şey hazırdı. Güvenle aynaya gülümseyerek odaya geçtim. Masayı kestane kokuları eşliğinde hazırladım. İnce belli bardakların masadaki duruş yerlerinden, kestanelerin uzaklık mesafelerine kadar her şey çok simetrik duruyordu. Saate son kez göz ucuyla baktım ve masanın başına oturdum.

Bekledim. Saatlerce yerimden kıpırdamadan bekledim. Her tıkırtıda senin olabileceğini düşünerek heyecanlandım ve her seferinde hayal kırıklığına uğradım. Kestaneler buz gibi olacak kadar uzun zaman geçmişti. Sobanın da içi geçiyordu. Kalktım; kendi bardağıma bir çay doldurdum ve bugünün şerefine dedim. Bardaktaki çay da çaydanlıktaki çay da bitti. Kestanelere dokunamadım.

Belki gelirsin diye sobayı söndürmedim. Trafiğe takılmış olabilirdin ya da Allah korusun başına bir şey gelmiş olabilirdi. Ya da bunların hepsi benim kendimi avuttuğum birkaç düşünceden ibaretti. Sonunda soba da söndü. Bir saate bir de kapıya baktım. Yerimden doğruldum ve ışığı söndürüp odanın kapısını kapattım.

Kestanem yoktu. Sobam zaten yoktu. Sobada demlenmiş lezzetli çayım da hiç olmadı.

Ama bekledim.

Sen de gelmedin.

Yorum Alanı