bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Kırmızı ajanda

Kendimi programlamak gibi bir planım yoktu aslında. Her zaman dağınık olarak ajanda kullanır ve bunların hangisinde ne yazdığını bilmeme rağmen pek bir eyleme geçmezdim. Yani yazarken aklımda kaldığı için bir daha geri dönüş yapmazdım. Aklımda olan şeyleri de uygulamaya geçirmek tamamen keyfime kalırdı. Bu yüzden de kendi etrafımda döner durur ve bir arpa boyu ilerleyemezdim. Ben de bu konuda bir şeyler yapmaya karar verdim. Tabii ki öyle durduk yere karar vermedim. Bazen günler günleri kovalıyor ve kendimi zamana kaptırmış giderken buluyorum.

Geçen ay iki hafta sonu ruhsal olarak kendimi iyi hissetmediğimden mütevellit pek verimli geçiremedim. Nisan ayına girdiğimiz Cumartesi gününü de pek sakin geçirince kendime biraz kızdım. Evet, çünkü bir şeyler yapmadan sakin geçirdiğim günlerin akşamında bir şey yapmadan günü tamamladığım için kendimi hayıflanırken buluyorum. Halbuki geçen sakin bir günde de çok şey yapabiliyor insan. Biraz dinleniyor, biraz gazete okuyor ve biraz da kendisini dinliyor insan. Üretim olarak illa ki elimize bir madde geçmesi mi gerekiyor onu da bilemiyorum.

İşte tam ben bu noktada bir anda aydınlanma yaşadım ve kendi ajandamı kendim oluşturup bütün her şeyi değerlendirip kaydetmeye karar verdim. Böylece hayatımın günlerini görebilecek ve boşa geçen zamanlarımın sorumluluğunu üstlenecektim. Üstlenecektim? Bak aslında bundan tam emin değilim ama deneyeceğimin garantisini önce kendime sonra da size veriyorum.

O hep yaptığımız bir daha da yüzüne bakmadığımız listeleri her gün elimin altına alıp kesin olarak o listeleri tamamlamadan ölmemeye karar verdim. Böyle dedim ya listeyi yapar sabahı ölür giderim. Bu kararımı uygulamaya geçirmeden önce tabii ki tamamlamam gereken etaplarım mevcuttu. Çünkü bilirsiniz ders çalışmaya başlamadan önce de kaleminiz kaybolur ya da ders notlarınız kaybolmuştur hiç olmadı kapı zili çalıyordur. İşte benim de şimdi böyle birkaç engelim bulunuyordu ama ayın ilk Pazartesi günü eksikliklerimi de tamamlayıp ajandamı oluşturdum.

Ajanda konusunu hayata geçirme konusunda bir gün ilerleme kaydeder ve işe yaradığına inanırsam elbette sizinle de paylaşacağım.

Dileriz, işe yarar değil mi?

Şu an için yaklaşık 20 günü ardımızda bırakmış bulunuyoruz.

Boş günlerime bakıp bakıp kendime kızıyorum.

Birkaç ay içinde gerçek bir değerlendirmesini yapacağım.

Lundi noir

İçimizdeki son umudu da öldürdüler.

Sendromların annesi bir Pazartesi gününe yağmurlu bir şekilde başlıyoruz.

Jason Mraz her ne kadar hayat harika dese de bazen o kadar mükemmel olmayabiliyor. Ayrıca karşısına dikilip sormak istiyorum. Hani harekete geçmek için birkaç kelime yeterdi? Haykırdık be haykırdık. Dünümüzden yola çıkarak yarınlara doğru sesimiz kısılana kadar haykırdık. Sonra ne oldu? Yine kırık kalpler, yine kayıp umutlar ve kabullenilmiş yenilgiler…

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bunun hesabını kime soracağımızı bile bilmiyoruz. Diyecek çok şey var aslında ama gerçekten diyecek enerji kalmadı. Anlamadılar ve anlayamayacaklar da. O yüzden artık daha fazla yorulmayalım istiyorum. Sonra da bu kadar mıydı diye serzenişte bulunuyorum. Eğer bir yol varsa buradan dönülecek, ne kadar yorulursak yorulalım son damlamıza kadar da savaşalım. Yeter ki biraz olsun ötesini görelim. 11 yaşımdaydım, şimdi 26 yaşımdayım. 15 yıl artık biraz da ötesini görmek için yeterli bir zaman değil mi?

Ben yine bütün acılarımdan kurtulmak için maydanoz suyu içiyorum. Öyle iğrenç bir koku ki bu acıya mı katlansam yoksa kokuya mı tahammül etsem diye düşünüyorum. Sonra da bu saatten sonra hiçbir şey bana koymaz diye düşünerek yaptım çayı. Masada da brokoli beni bekliyor. Zaten biraz daha doktorun reçetesine uyarsam vejetaryen olacağım. Efsane bir Pazartesi günü değil mi?

Kaybettiğimiz yarınlarımızı yeşilliğe boğuyorum. Belki tekrar filizlendirmeyi başarabilirim, kim bilir?

Çok kırık uyandım be günlük

Ne fazla ne eksik

 

Ecoute moi !

Aslında yazacak ne kadar çok şey birikti. Konuşmaya başlasam gece gündüz susmadan bir şey anlatabilir gibiyim. Ama isteyerek ya da bilmeyerek başlamıyorum. İçimde iyiyi de kötüyü de biriktirerek bir okyanusa dönüşüyorum. Sonra yağmur yağıyor. Hem de öyle çok yağıyor ki kalbimin üstüne bir şey örtmeye fırsat bile bulamıyorum. Üşüyorum, bir titreme sarıyor bütün bedenimi. Kimi zaman bir yalnızlık hali, kimi zamanda koca bir kalabalık.

B o ğ u l u y o r u m a n l ı y o r m u s u n u z ?

Bazen mutlu olmak için her şey sağlanmasına rağmen tatmin olamayabiliyormuşsunuz. Böyle derlerdi de inanmazdım. Bütün şartları sağladığım halde mutsuzluktan ölüyorum. Sahi, mutsuzluktan ölünür mü? Ölünmezmiş ama sürüne sürüne ölmekten beter olurmuşsunuz. Yani tecrübe ile sabit değil ama ihtimaller üzerine inşa edilmiş durumda.

Hayatımdaki kararsızlıkların beni nefessiz bıraktığı anlarda mutsuzluktan ölecekmişim gibi oluyor. Garson menüyü veriyor ve benden o süre zarfında bir şeylere karar vermiş olmamı bekliyor. Yapmayınız. Ben menüye saatlerce bakıp bir arpa boy ilerleyemiyorum. Hayatımın her alanındaki bu kararsızlık kimi zaman günlerce ve hatta haftalarca hiçbir şey yapmadan öylece duvarı izleyerek geçirmeme neden oluyor. Evet, kararsızlık anlarında en büyük hobim duvarı izlemek. Duvarı izlerken bütün seçenekleri renklendirip duvara yansıtıyor ve izliyorum. Her şeye rağmen yine de orada kalıyorum. Ne kadar tuhaf değil mi? Halbuki hayatımız bundan biraz daha farklı olacaktı.

26 yaşına birkaç ay kala hayatımın bu döneminde birçok şeye geç kalmış gibi hissediyorum. Neye başlayacak olsam ama artık senden geçti şekerim diyorum. Neden bu zamana kadar başlamamış olduğumu düşünüp pişmanlıklara boğuluyorum. Peki o sırada bir şey yapıyor muyum? Kocaman bir H A Y I R ! Ne kadar tuhaf varlıklarız. Sorunu tespit ediyoruz, çözüme el uzatmıyoruz. Tespit ettiğimiz sorundan kendimize kocaman bir pişmanlık ve üzüntü çıkartıyoruz. Oysa her şey daha farklı olabilirdi değil mi?

Önceden sabit cümlelerim vardı. Kafam kadar kalbim de karışık derdim. En azından kalbi hallettik de bu koca kafayı ne yapacağız bilemiyorum. Biliyorum, buraları usulca okuyor ve bazen kendinizden bir şeyler buluyorsunuz. Beni en çok yıllardır okuyan okuyucularım bilir. Çocukluğumdan, üniversite yıllarına ve o zamanlardan şimdilere ne karışık durumları birlikte yaşadık ve sonunda da alnımızın akıyla çıktık.

Fransızca bir cümleyle bitirmek istiyorum.

Je me suis trop longtemps occupée des autres.
A partir de maintenant, je pense à moi !

Uzun yıllardır başkalarını umursadım.
Şu andan itibaren kendimi düşünüyorum.

Bencil olmayın ama kendinizi de ihmal etmeyin.

Belki kendinizle bir kahve, belki bir kadeh şarap hiç olmadı bir bira içmeyi unutmayın.

Hem Nice’te, hem de Nice’e çok uzak: Vence

Soğuklardan çok şikayet edince kış ortası küçük bir güneşli kaçamağa hayır diyemezdim. Bu sefer öyle planlamalardan bahsetmeyeceğim. Çünkü gerçekten hiçbir plan yoktu. Yolculuğun üç gün öncesi “tamam, gidelim” diyerek uzun soluklu bir yolculuğa çıkmış olduk. Evet, bu sefer araba ile yollara düştük. Ortalama 9 saat süren yolculuğun ardından bir akşam vakti Vence’in dağ yamaçlarındaki eve ulaştık.

Strasbourg’un soğuğundan sonra inanılmaz bir sabaha gözlerimi açtım. Güneş, balkondan içeri süzülmüş ve beni güzel bir havaya davet ediyordu. Bilenler bilir; güneş enerjisiyle çalışan bir bünyeye sahip olduğum için koşa koşa merdivenlerden inip kendimi bahçeye attım. Gördüğüm manzara beni benden almaya yeterince yetti.

Vence

Öncelikle Vence için hem Nice’te hem de Nice’e çok uzak demek istiyorum. Geçen sene 14 Temmuz kutlamalarında Nice’te yaşanan kamyon faciasından sonra ne yazık ki çok ciddi bir turist kaybı yaşanıyormuş. Bu yüzden de Vence için Nice reklamını yapmak biraz riske giriyormuş ama Nice’ten uzak diyerek de güvence altına almaya çalışıyorlarmış. Beni buraya bırakırsak saatlerce bir şeyler anlatırım. O yüzden gezi notlarıma geçiş yapalım.

Vence, Nice’e araba ile en fazla 3o dakika uzaklıkta güzel ve huzurlu evleriyle tanınmış sakin bir kasaba. Özellikle çok popüler olmaması nedeniyle Hollywood yıldızları tarafından sakin bir tatil için tercih ediliyormuş. Sanırım bu yüzdendir ki evleri de yaşamı da oldukça pahalı. Zaten her yerde emlak ajansları mevcut. Şöyle vitrine göz atınca kiralar ve satılık evler dudak uçuklatan cinsten. Genel olarak evler Alp’in dağ yamaçlarında tercih edilmiş ve şehrin manzarasının tadı çıkartılmaya önem verilmiş.

Vence’te ya da Nice’te neler yapılır?

Gerçek bir temiz havanın sizi sarhoş etmesine izin vermek için mevsim bahar ve kış ise bol bol yürüyüş yapılır.

Vieille Vence bölgesindeki eski şehir gezilir. Daracık sokaklardaki dükkanlardan hatıralık eşyalar alınabilir.

St. Paul de Vence

St Paul de Vence’e zaten gidilmezse katiyen olmaz. Rengarenk çiçeklerle donatılmış ve dar sokaklardan oluşmuş eski köy olarak geçer. Bu eski köy sanatıyla ve sanatçılarıyla ünlüdür. Tarihte de Picasso gibi birçok ünlü ressama ev sahipliği yapıp ilham kaynağı olmuştur. La Fondation Maeght Müzesi’nde de resim sergileri bulunmaktadır. Vaktiniz varsa ve ilginizi çekiyorsa müzeye de girmenizi tavsiye ederim. Ne yazık ki ben çok iyi resimden anlayan bir insan olmadığım için maksimum 1 saatte bitirdim. Sanırım bunun 20 dakikası da o çok güzel yemyeşil labirent bahçesinde vakit geçirdim. Köyde çok güzel butik dükkanlar ve resim galerileri mevcut. Biz bir Noel’in ertesi günü olan Pazar günü gittiğimiz için ne yazık ki neredeyse hepsi kapalıydı. O yüzden içleri hakkında bilgi veremeyeceğim ama dışarıdan çok güzel görünüyorlardı. Yine de sakin ve sessiz gezmeyi tercih etmiş bulunuyoruz. Sokakların tadını çıkartarak insan saatlerce fotoğraf çekebilir.

Antibes Juan-les-Pins’e gidilir ve denizin tadı çıkartılır. Sahilde yürüyüş parkuru var; o da tamamlanmaya çalışılır. Ben biraz o gün rahatsız olduğum için yürüyüş parkurunu yarısına kadar tamamladık. Gerçekten çok güzeldi. Denizin ve güneşin tadını dosyasıya çıkartıyorsunuz. Sahilden sonra yemek marché bölümünün girişindeki restaurantı önerebilirim. Muzlu ve nutellalı krepi krem şanti ile o yorgunluğun üstüne inanılmaz bir şekilde afiyetle yediğimi hatırlıyorum. Hem rahatsız hem de yorgun olduğum için sadece krepe odaklanmış ve not almayı unutmuşum. Bu nedenle ne yazık ki restaurantın adını veremeyeceğim. Ama o pazar girişinde sağda kalıyordu.

Nice’e gidilir. Yani ben öyle doğrudan büyük Fransız şehirlerine bayılamıyorum. Marsilya’da da öyle olmuştu. Ölüyorum, bitiyorum diyemiyorum. Çevresindeki Vence gibi Cagnes gibi ya da Antibes gibi civarları daha çok seviyorum. Ama sonuçta buraya kadar gelip Nice’e uğramamak da olmazdı. Nice’e müzeye gitmeye karar verdik aslında. Modern Sanatlar Müzesine gittik. Öğrenci kartınızı gösterdiğiniz zaman ücretsiz oluyor. Ernest Pignon‘un çalışması mevcuttu. Sanırım gerçekten çok ilginç buldum. Her dönem farklı ve güzel bir çalışma olduğunu müze müdavimleri bildirdi. Müze çıkışı en canlı caddesinde yürüdük. Bana nedense Kadıköy’ün arka sokaklarını anımsattı. Noel dönemi de olduğu için kendimizi Noel Pazarı’na atıp bu sene bitmek bilmeyen “pamuk şeker” yeme arzumu mutlu sona erdirdik.

Nice Noel Pazarı

Bir akşam yemek için Cagnes tarafına gidilip deniz ürünleri yenilebilir. Biz burada Santa Lucia‘ya gidip midye yedik. Fiyatını normal bulduğumu söyleyebilirim. Öyle çok pahalı bir restaurant değildi. Linkte çok az menü içeriği görünüyor ve pahalı görünüyor. Ama gittiğinizde uygun fiyatlı 10-15 arası bir şeyler bulabilirsiniz. Midye sunumları çok hoştu. Kocaman renkli bir tencerede geliyor; masadaki herkese farklı renkte tencere getirmeleri de daha bir hoş duruyor. Ben elbette bitiremedim.

Antibes Juan-les-Pin

Vence’te olup Nice’e, Nice’te olup Vence’e gitmek için ulaşım otobüsler ile mevcut. 400 numaralı otobüsün çok sık aralıklarla geliş gidiş yaptığını yerlilerden duymuştum. Fiyatları da normalmiş; şehir içi otobüs olarak geçiyor zaten. Buradaki linkteki saatlere göre gezinizi planlayabilirsiniz. Otobüs kullanmadığım için net bir zaman dilimi veremeyeceğim ama kullananlar yarım saat sürdüğünü söylüyor.

St. Paul de Vence

Cannes’a gidilir. Ama biz zaten yeterince gezdiğimiz için artık başka bir yere gidecek enerjimiz yoktu. Amacımız öyle durmadan gezmek tozmak değil gerçekten dinlenmek ve güneşin tadını çıkartmaktı. O yüzden biz gitmedik ama siz elbette rotanıza ekleyin.

Ne zaman Güney Fransa’da olsam güneşe doyduktan sonra evime dönmek için gün sayıyorum. Strasbourg bana daha masalsı bir haz veriyor. Bu yüzden sanırım bu küçük ve sıkıcı şehri çok seviyorum.

Yol açık, yola çık. 

Uzay

Hayat tam anlamıyla ilginç sürprizler yapabiliyor.

Ben de kendime ilginç sürprizler yapabiliyorum.

Evet, güzel şeylere karar verdim.

Oturup saatlerce son 2 yılda neler oldu ve hep birlikte neler yaşadık onları buralara yazmanın zamanının geldiğine karar verdim. Ayşe ile her bir araya geldiğimizde “ne zaman artık sex and the city Strasbourg şubesini” kaleme alacaksın diye sorar dururdu. Bu arada sex and the city Strasbourg şubesi dememizin de nedeni her kafadan çalan kadınlar olarak aynı masaya oturup her şeyi bir kenara siktir ediş hikayemizden kaynaklanıyordu. Bu sene herkes emekliliğine ayrılmış mutlu mesut sakin hayatlar yaşarken hem o günleri yad etmek hem de artık yazmanın vakti geldi diyerek kendimi bloga attım. Yani bakıyorum da Danimarka soğuğunu, hatduduhotdudu Köln rezilliğini ve harekete hazırlanan uçağı durduran bazenoyleolur maceralarını hiç anlatmamış bulunuyorum.

Son günlerdeki bünyeme fazla gelen yoğun ders çalışma seanslarından sonra ben artık ekstra bir şeyler yapmaya başlamalıyım dedim. Tabii bu başlayacağım şey içimin kenarlarında bir yerlerinde olan ve tökezlemiş olsa da hep keyif alacağım bir şey olmalıydı. İşte o sırada Ayşe’nin sözleri kulaklarımda çınladı.

Geçmişime yolculuğa çıkarken daha önce de belirttiğim gibi silinen yazılardan geriye kurtulanlarla hayattayım. Hatta biraz daha güçlü olarak buradayım. Tam bu cümleyi yazarken yanımdaki masaya yerleşen tatlı ve yaşlı bir çift vardı. Amca, bu masaya oturduk ama sizi rahatsız etmiyoruzdur umarım dedi. Kusura bakmayın gözüme çarptı farklı bir dil yazıyor gibisiniz, ilgimi çekti diye de ekledi. Sonra 5 dakika amca ile genel olarak sohbet ettik. Tam yazıya geri dönerken; yazmak insanı yaşatır, iyi yaşayın dedi.

Bazı insanlara göre yazmak bazen kötü sonuçlar doğrulabilirdi. Acıları çoğaltabilir ve acılardan beslenmek için acılara tutunup kalabilirdik. Kimisi de acıların üstesinden yazarak gelinebileceğine inanıyordu. Ve az önceki amcaya göre de yaşamanın ta kendisiydi. Bana kalırsa hepsinden biraz ortaya karışık olmakla birlikte dile gelmeyen düşüncelerin parmakların ucundan farkında olmadan usulca akması gibiydi. Hani bazen kötü bir rüya görünce derler ya suya anlat. Su alıp götürür. Yazmak da öyle. Alıp bizi götürüyor, bir yerlerde dinginleştirip geri getiriyor. Yolda oraya buraya uğrayıp çikolataları ve balonları da topluyor. Hayat böyle çok güzel değil mi? Şu soğuklar olmasa daha da güzel olacak.

O zaman hikayenin bir köşesinden bir sonraki yazıda başlıyoruz.

Ne yapıyoruz; okuyoruz.

Yok okumak beni kesmiyor diyorsa üç beş kelam da edebilirsiniz.

Yazmaktan çekinmeyin, çünkü artık buradayım.

Tam da olmam gerektiği yerde.

A bientôt!

Grand Hyatt İstanbul’da 2018’e Unutulmaz Bir Başlangıç Yapın

Grand Hyatt İstanbul, bu yıl da hem noel hem yılbaşı için hazırladığı birbirinden güzel menülerle misafirlerini bekliyor.  Gas Brothers ve Utku Yurttaş yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müzikleri çalacaklar. Gece, Gas Brothers’ın perküsyon show’unun da yer aldığı performans ve after party ile devam edecek.

Noel Menüsü, Grand Hyatt İstanbul’da
Grand Hyatt’ın içinde bulunan 34 Restoran, içinde leziz hindinin de olduğu Noel Yemeği özel menüsü ile 24 Aralık Pazar günü aile kutlamaları ya da arkadaş buluşmaları için ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 24 Aralık akşam başlayan ziyafet 25 Aralık Pazartesi günü öğlen ve akşam da devam ediyor.  Kişi başı 218 TL olan menü için önceden rezervasyon gerekiyor.

Yılbaşı gala yemeği ve eğlencesi
Yeni yıla sevdikleriyle beraber güzel bir başlangıç yapmak isteyenleri 34 Restoran’ın deneyimli şeflerinin elinden çıkan geleneksel Türk ve Akdeniz mutfağının lezzetlerinden oluşan açık büfe bekliyor.

Gas Brothers ve Utku Yurttaş’ın yılbaşı yemeği süresince jazz, piano ve 70’lerden günümüze popüler müziklerin çalacağı gece, Dining salonunda Gas Brothers’ın performans sergileyeceği, perküsyon show’unda dahil olduğu after party ile devam edecek. Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek after party, yılbaşı ücretine dahil.

34 Restoran’da, 31 Aralık Pazar günü saat 20:00’de başlayan ve gece yarısı 02:00’ye kadar sürecek olan yılbaşı gala yemeğinin kişi başı fiyatı limitsiz yerli alkol içecekler 518 TL, limitsiz yerli & yabancı içecekler dahil fiyatı ise 618 TL. Minik misafirler için de kişi başı fiyat 318 TL.

Keyifli geçen yılbaşı gecesinin ardından 1 Ocak Pazartesi günü saat 12.00-16:00 arasında 34 Restoran’daki brunch’ta arkadaşlarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle yeni yılın ilk gününü kişi başı fiyatı 218 TL olan brunch ile keyifli bir şekilde geçirebilirsiniz.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Kendi hikayemizin kahramanıydık.

İlk defa bazı şeylerin hiç değişmesini istemiyorum. Hoş değişmesine karşı değilim elbette değişebilir. Ancak bir değişim olacaksa bu değişimin daha da güçlenmiş bağlarla gerçekleşmesini isterim.

Bu hikayenin başını biz yazmadık. O ilk tanışmamızı hiç kabul etmemiş saydık. Sanki başka hikayelerin içerisinde birbirimizin hikayesini arıyorduk. Tamam, kabul ediyorum. O değil, benden bahsediyoruz burada. Düşünürsek kimin olduğu çok da önemli değil çünkü en çok onun için zor olan bu aşılması gereken başlangıç ikimizi de dönem dönem içine çekiyor.

Her şey bir yolculuk öncesi ağlayan ağacın altında net konuşmalarımızla şekillenip yolculuk sonrası havaalanında çiçeklerle beni karşılamasıyla başladı diyebiliriz. Bizim literatürümüzde yağmurlu bir Haziran gününe tekabül eden o gün; hayatımın ilk defa bu kadar anlamlı olmasını sağladı desem abartmış olmam. Tabii ki o zamanlar ben bu duygu ve düşüncelerimden çok daha uzaklarda olduğumu söyleyebilirim. Ama çok geçmeden hepsini yaşayarak hissettim. Sonra da durdum ve kendime sormaya başladım. Bir insan, başka bir insanı nasıl bu kadar çok sevebilir ki? Nasıl bir doğa olayı bunu mümkün kılıyor ve o atom çarpışmalarıyla hassas bir bölge elde ediyoruz?

Düşünsenize; hayatınızda bir adam istemiyorsunuz. Yani hani derler ya hayatımın adamını arıyorum diye. Böyle bir arama derdinde değilsiniz ki bunun için çok fazla uygulama kullanan arkadaşlarım mevcut. Çeşitli tanışma uygulamalarıyla hayatının aşkını bulan ya da bulduğunu düşünen tanıdıklarım da mevcut. Ama bu farklı. Çünkü bütün imkansızlığıyla gözlerimi kapattığımda oradaydı.

İnsan nasıl hayır diyebilir ki? Hem de bütün hayatını tamamen değiştirmek zorunda kalacak olmasına rağmen bir kadın nasıl hayır diyebilir aşka? Sizi bilemem. Ben diyemiyorum ve sizin de diyemeyeceğinizi biliyorum. Bizler bir aşk için bütün gemileri yakan kadınlarız. Hatta sevdiği adama yazmamak için telefonunu bilerek bozup servise gönderen canlılardan bahsediyoruz; lütfen nasıl kaçabiliriz.  Hem onun bana ” Biz birlikte olduktan sonra her zaman bir çözüm vardır.” diye bakan gözlerine nasıl dur diyebilirim. Il y a toujours une solution bazenoyleolur.

Peki, her masalın mutlu sonu var mıdır? Kötü kalpli cadı gelip bütün büyüyü bozmaz mı? Belki zehirli elmayı prense yedirir, prenses onu kurtarmak isterken kötü kalpli cadı tarafından kazana atılır. Belki öyle olmaz.

Belki de bu masalda da gökten üç elma düşer ve üçünü de paylaşarak birlikte yeriz.

Amasra elmasını seviyorum, bir de yeşil elma.

Ona göre gökten düşürelim artık şu elmaları lütfen.

Kahve krizi

Bazen çıldırmamak elde değil.

Yani genel olarak çıldırmamak elde değil. Kahvesiz kaldığım günler bu çıldırma hali artarak yükseliyor. İşte bugün de benim için o günlerden biriydi.

İki gün boyunca french pressimi koyduğum yerde kahve lekeleri oluşuyordu. Ben de heralde bir şekilde döküyorum ve fark etmiyorum diye düşünüyordum ama dün o hazin sonuçla karşılaştım. Karşılaşmaz olaydım..
French pressim çatlamış.

Gördüğüm gibi çöpe attım. Zaten tadındaki buruklukten bir şeylerin ters gittiğini anlamam gerekiyordu. Ben gidip Almanyalardan güzel kahveler alayım, makine ise beni terk etsin. Öyle bir mutsuzluk geldi üstüme.
Bu arada geçen hafta internetten bir kahve aracı sipariş etmiştim. En sert espressoları yapmak için birebir oluyor ama daha eve ulaşmadı. Hayır anlamıyorum yani. Şu an yazdığım bilgisayar ile aynı anda sipariş ettim. Hatta aynı sipariş sepetiydi ama bilgisayar geldi, eski bile ama kahve makinemden ses yok. Şu anda beklemek daha da çekilmez bir hal aldı. Zaten yeni bir şey aldığımda evdeki otomatik olarak arızalanıyor. Bilgisayar da öyle olmuştu. Bu eskilerin girdiği tripleri gerçekten anlamıyorum.

Bugün de güne kahvesiz başlayıp ofisten eve döndükten sonra kendimi bir türlü çalışmaya hazır hissetmedim. Zaten kahvesiz çalışmak imkansızken hem kahvesiz hem de soğuk havada çalışmak gerçekten korkunç bir hal alıyor. Ben de bu duruma dur demek için aldım elime laptobu evin altındaki restauranta indim. Double expresso ile geç kalmış bir şekilde güne başlamaya karar verdim.

Hayır zaten devamlı cafeye gidip ders çalışan bir çift olarak bu hafta tek başıma gidip verimli çalışmayı sağlayamadığım için evde çalışmayı denemek istiyordum ama bu da ne mümkün.
Soğuk havalardan nefret ediyorum. Bütün hayat enerjimi sömürüyor. Çok sıcaktan da nefret ediyorum aslında. Ben tamHaziran kadınıyım. Ne öyle bunaltan sıcak, ne o öyle soğuk havalar. Hem bu aşkta Mayıs’ta filizlenip Haziran da meyve vermedi mi?

Kış mevsiminden bu kadar nefret ederken Strazburg’ta yaşamak da çok komik oluyor gerçekten. Zaten bir iki ayı çıkardığın zaman bütün bir yıl soğuk bir şekilde geçiriyoruz. 2 aylık günlük güneşlik sezon için 10 ay üşümeyi göze alıyoruz. Tamam iyi yanları da yok değil. Mesele geçen hafta Noel hazırlıkları şehrin her yanında başladı. 15 gün sonra da Noel pazarı açılışını yapacak. Hem bu güzel şölen için seviniyor hem de biraz tedirginlik duyuyorum. Tam merkezinde geceleri uyurken evim çok sessizken, Noel pazarından sonra durum ne olacak bilemiyorum. Diliyorum ki aynı sessizliği ve sakinliği korur. Gece çıldırıp başlarım ulan noelinize çalışıyoruz burada diye terlik fırlatmam umarım.
Sevgilimi çok özledim. Mesailerimiz ters düştü ve 1 haftadır doğru düzgün vakit geçiremiyoruz. Bu yüzden biraz huysuz ve mutsuzum. Akşamları da çok yorgun oluyor, direkt uyuyorum. İlişkimizin bu çalışma evresi ne kadar özlem dolu oldu. Gün içerisinde birbirimize mesajlar atar olduk.

Acaba eve çıkmadan bir double daha mı içsem? Yok, Tuğba. Abartma.

Fransız makalalere gömülüp yarına bir sunum hazırlamam gerektiğini düşünürsek bence birkaç double expresso ile anlaşabiliriz diye düşünüyorum.

Yanılıyor muyum?
Ben de öyle düşünmüştüm.

Akıntılı yarınlar.

Kendimle uzun zamandır konuşmuyorum. Happy Friday akşamlarına son verdiğimden beri kendimle zaman geçiremez oldum. Ne hissediyor, ne özlemliyor ve en önemlisi ne düşünüyorum hiçbir fikrim yok. Her şeyi bir kenara bırakırsak akıntıya karşı mı kürek çekiyorum yoksa akıntıyla birlikte sürükleniyor muyum bilemiyorum. Zaten hayatımızın bazı dönemleri böyle olmaz mıydı? Elbette olurdu. Ancak bazılarımız kabullenir, bazılarımız da reddederdi.

Belki bu nedenledir bilemiyorum ama son günlerde bir türlü uykuya doyamıyorum. Uyumak hep uyumak istiyorum. Normal şartlarda bir yetişkin için 7-8 saat uyumak ideal uykuya tekabül ederken benim için nasıl bu kadar uyumak yetmez anlamıyorum. Bıraksalar böyle günlerce uyuyabilirmiş gibi hissediyorum. Hatta biraz da diğer taraftan bakarsam uyandığımda kendimi çok sersem gibi hissettiğim için tekrar uyuyarak daha iyi olacağım düşüncesine kendimi inandırıyorum. Elbette her zaman uyandıktan sonra tekrar uyuyamıyorum ben de o zaman en iyi dostum kahveyi yanıma alarak güne başlıyorum.

Bazen akıntının yönünü çok güçlü bir şekilde değiştirmek istiyorum. Ama buna toplum izin vermiyor. Her 25 yaşında olan genç kadınlara yapılan toplum baskıları buralara kadar ulaşıyor. Fransa’da bile yakamı rahat bırakmayan toplum her telefon görüşmesinde karşıma çıkıyor. Ne zaman düzenli bir hayatın olacak diye sorarken annem; bir kez olsun düzenli bir hayat istiyor musun kızım diye sormuyor olmasına artık şaşırmıyorum. Öğrenilen ve öğretilen toplum genel-geçer kuralları tarafından hepimiz kurban ediliyoruz. Kimimiz kurban olmamak adına çok çırpınıyoruz biliyorum. Ben ne kadar daha fazla dayanabilirim onu bilemiyorum. Eğer olur da beni de düşürürsek lütfen beni kaldırmak için geriye dönmeyiniz. Kaçabildiğiniz kadar uzağa kaçıp kendinizi kurtarınız. Bazılarımızın kurtulduğunu bilmek bile bana huzur verecektir.

Ara sıra aklıma düşüyor; bir iki bela okuyor ve rahatlıyorum. Ara sıra küfür eklemeyi de ihmal etmiyorum.

Bu arada bir ara anlatmaya başlayacağım maceralarıma bir türlü başlayamadığımın farkındayım. Artık yeni bilgisayarım var. Evet, bir hayırlı olsununuzu alırımla birlikte artık her yerde benimle birlikte olabilecek kadar hafif olması sayesinde çok fazla yazabileceğimin müjdesini de sizlere sevinçle duyurmak boynumun borcudur.

Uzun zamandır sizlere şarkı bırakmadığımı hatırladım. Ne büyük terbiyesizlik.

Buyrun lütfen tık tık.