bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

novembre 2012 Arşiv

Tepkisiz Sinir

Ben ne zamandan beri bu kadar sabırlıyım bilmiyorum. Belki hep böyle bir noktaya kadar bekleme sonrasında ise volkan gibi patlama huyum vardı. Belki de benim en sevdiğim iki sandviçle kapıda beni beklerken bir hışımla “siktir git hayatımdan” diye bağırdıktan sonra onu kaybettiğimi anladığımda artık daha sakin ve mantıklı tepkiler vermeliyim dediğim andan beri sabırlı olabilirim.

Dediğim için hiç pişman olmadım ama şimdi olsa “neden” diye bağırırdım. Hatta cevap vermesini beklerken elindeki sandvicin bir tanesini alır, yerdim. Sinirimi daha çok bozarsa ikincisini de yerdim. Ama ben ne yaptım? Siktir git hayatımdan diye bağırdıktan sonra kapıyı çat diye suratına kapattım. Bari sandviçleri alsaydım değil mi? Onları almadığım gibi bıraktığı zaman da çöp kutusuna attım.

Başka bir zaman olsaydı koşarak hazırlanır, asansörü çağırırdım. O da benden önce alt kata iner, asansörü orada durdururdu. “Ya her seferinde şunu yapma be aptal” der sonrasında merdivenlerden bisikletlere doğru koşardık. Ben daha hızlı olurdum, o daha temkinli. “Sen kulağına hiçbir bok takma tamam mı? Arkandan gelen kamyonun korna sesini bile duyma. Sen kulağına hiçbir zıkkım takma, sana lanet olsun. Çok korktum.” diye beni yumruklayarak sarılıp ağlamıştı bir keresinde. Sonra uzun yıllar sakin yollar hariç anacaddede kulağımıza kulaklık takmamıştık.

Sonsuzluğa kucak açardık bazen. O sırada bir şey olur, bir telefon çalar, biriyle karşılaşırdık. Durduk yere bir şeye canım sıkılırdı. Çünkü canımı sıkarlardı. Belki küfür eden bir insan olsaydım küfürü eder, rahatlardım. Bana ne, duymak istemiyorum lalala diye bağırır, bacaklarım kopacak kadar ağrıyana kadar hızlı bisiklet sürerdim. Ben sakinleşene kadar o da oturur, yüzsüzce sandviçleri ortaya çıkarırdı. Nasıl kokuyu alırdım ya da o nasıl hesaplardı bilmiyorum ama tam zamanında orada olurdum. Saatlerce olduğumuz yerde dedikodu yapardık. Bazen bir çekirdeğimiz ve çayımız eksik olurdu. Bazı günlerde çekirdek bile olurdu yanımızda.

İşte yine o gün o iki sandviçe hayır demeyip aşağı inseydim; sonsuzluğa ellerimizi bıraktığımız anda, neden diye haykırsaydım belki şu an hayatlarımız çok daha farklı olacaktı. Mesela ben onun hareketlerini daha iyi anlayabilecektim. Mesela o son aylarda her gün konuşacaktık. İyi olacaktı. İyi olacaktım. Şimdi böyle yine ilk sinirlendiğim anda her şeyi yakıp yıkacak gibi oluyorum; sonra susuyorum, sakinleşmeyi bekliyorum. Kendi kendime de sakinleşince neye sinirlendiğimi bile unutuyorum. Vereceğim tepkiyi yalayıp yutuyorum, içimde kalıyor.

Birkaç gündür insanlar yine beni sinirlendirmek için yarışıyor sanki. Ya da alerjim her şeyi sinirle algılamama neden olduğu için bu kadar sinirli gözlerimi açıyorum. Kontrolsüz sinir patlamaları yaşamamak adına evet evet diyerek her şeyi geçiştiriyorum. Bir gün yine bir patlama noktasında birilerine “siktir git hayatımdan” diye bağıracağım endişesini taşıyorum. Taşımıyorum değil. Eğer bunu duyacak kadar sinirlendirirlerse zaten siktirip gitsinler hayatımdan. Ben de daha sakin bir hayat için bir kasabaya yerleşeyim, domates yetiştireyim, çiçeklerimi sulayayım, müzik dinleyeyim sonra da kuşlar gibi dans edeyim değil mi?

Şu an bu yazıyı bahçemdeki hamaktan yazıyor olabilirdim. Oysa ben nereden yazıyorum? Emekli hayatı yaşadığımız dağ başındaki güneş sızan odamın yatağından.. Bahçemde bir yandan çay içerken, bir yandan da hamakta sallanırken yazdığımı düşünelim. Öylesi çok daha güzel olur.