bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

juillet 2013 Arşiv

Yaratıcılık Sınır Tanımıyor!

bu

Gecenin bir yarısı yatmama rağmen tüm senenin verdiği alışkanlıktan dolayı sabah erkenden uyanıyorum. Uyandığım zaman ne yapacağımı şaşırıyorum. Bugün organizasyon yok, bugün etkinlik yok, Tuğba bugün hiçbir şey yok diyorum. Sonra kendime aman “bazen öyle olur” diyerek kendimi internetin derin sularına bırakıyorum.

İşte bu sabah da bloglardan, twitterlara, facebook sayfalarına derken ilginç ne var ne yok diye bakıyordum. Sonra twitterdan bir hesaba atladım, oradan da bloguna. Karşılaştığım blog ile resmen hazine bulmuş duygusuna büründüm. Bilirsiniz ben sanatsal, sürprizli, eğlenceli şeyleri çok severim. Bu yüzden bu blogu da alıp bağrıma basmak istedim. Ne kadar güzel bir fikir, ne kadar güzel bir emektir onlar dedim.

Bloga girdikten sonra böyle tek tek bakıyorum ama bakmaya doyamıyorum. Her bir postta “bu ne kadar da yaratıcıymış böyle” demekten kendimi alamadım. Kendinizi şımartmak mı istiyorsunuz? Bence yapacağınız en iyi şey bu bloga girip 5 soruyu cevaplayıp size özel hazırlanan sürpriz kutuyu beklemek olacaktır. Tabi bunun yanında arkadaşlar, sevgililer yani herkes olabilir.

Yapılan kutular, o kadar güzel hazırlanmıştı ki kesin bir ekip işidir diye düşündüm. En azından yardımcı olan bir arkadaşı olmalıydı. Sonunda kendime engel olamadım ve bu blogun sahibini tanımak için mail attım. Kendisiyle konuştuk, çok sevdim kendisini.

28 yaşındaki Bahar, tek başına kendisi hazırlıyormuş kutuları. Ocak ayında başlamış kutuları sahipleriyle buluşturmaya. Ancak bunun öncesinde de 6 aylık hazırlık süreci geçirmiş. Blogun açılması, belli bir çevrenin kurulması ve tutunabilmek ister istemez zaman gerektiriyor. En sonunda da bu haliyle karşımıza çıkıyor.

Bahar, tam anlamıyla kendisine hazırlarmış gibi özenle ve yaratıcılıkla bir hediye paketi hazırlıyor. Kutulara kendi hazırladığı şeyleri de koymayı ihmal etmiyor.Çok daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Spoiler verme konusundaki katı fikirlerimden sonra kendiniz keşfe çıkın diyorum.

Sipariş vermek ve diğer çalışmaları görmek için; 1 fikir 1 sihir tıklayın lütfen.

Twitterda takip etmek istiyorum diyorsanız; tıklayınız.

Ayy instagramda da kaçırmak istemiyorum diyorsanız; bir tık da buraya. 

 

Not: En yakın zamanda kendimi şımartmayı düşünüyorum. Bol sürprizli bir kutuyu beklemeye geçmek için tatil bitimini bekliyorum. Yeni evimizde yeni kutumla mutlu olmak istiyorum. Belki Pınar’ı da ikna ederim. :))

Anne ben çıldırdım!

Deniz_kum_gunes_Sea_beach_sun

.

– Napıyorsun sen?

+ Yunan adalarından bildirmek isterim ki güneş içime içime işliyor. Mavi öyle sonsuz ki tüm negatif enerjimi yok ediyor. Ayağımı serin sulara sokarken kitabımı okuyorum. Bir de hafif bir esinti var onun tadını çıkartıyorum.

– Sen benimle dalga mı geçiyorsun?

+ Kapat kapat, yakışıklı çocuklar var.

Ne yapıyor olabilirim acaba? Odamdan bildiriyorum, editörlüğünü yaptığım kitabın sayfalarını okumaya çalışıyorum. Bir yandan facebooka, diğer yandan twittera bakıyorum sonra da hop hepsinden sıkılıp elime geçen gün başladığım kitabı alıyorum. Dengem bozuldu; neye saldıracağımı şaşırdım.

Geçen günkü tatil sendromu yazımı okuyup ne yaptığımı sormak için aramış beni. Değişen hiçbir şey yok; her yaz aynı sen diyor. Değişen ne olabilir ki? Sen evlendin ve 1 bebiş var he bir de İtalya’ya yerleştiniz başka bir değişiklik yok çok şükür. Onun dışında idare ediyoruz işte. Her gün, dünün aynısı mübarek.

Bak, mesela artık kitabı bitirene kadar kendimi her şeyden uzak tutuyorum. Resmen kendimi cezalandırmaya başladım. Yakında interneti de elimden alabilirim. Bisiklet keyfime bile ara verdim. Ama inat ettim dostlar; kitabı ay sonuna kadar bitireceğim. Tamamını ay sonuna kadar bitirip bu sefer de kapak için araştırmalara başlayacağım. En güzeli ise bayramdan sonra özgürüm demek. Özgürüm ya özgürüm!

Sanırım kitap sonrası ilk işim İzmit’e gitmek olacak ya da İstanbul’a bilemiyorum. Belki Tekirdağ’da olabilir. Bunlara özgürlüğümü tekrar elime aldığımda karar vereceğim. Tam kendimi verebilsem 15 günde tüm özgürlük elimde ama yok yani her şeyi kendime cezalar vererek ancak ay sonu diyebiliyorum. Buradan çıkaracağımız en önemli sonuç, masa başı iş kesinlikle bana göre değil anne. Yıllar önce o fallarında çıkan şey doğru valla biliyormuş teyzeler.

Mağazalardan, dükkanlardan, ıvır zıvırlardan uzak durdukça kendimi internet alışverişine iyice verdim. Babam septomlarımdan yola çıkarak çeşitli hastalık isimleri uydurdu. Sonra en sonunda hiçbirini beğenmeyip o alışveriş siteleri çöker inşallah dedi. Adam haklı; internetten tek başına yaptığı ilk alışverişte hatalı ürün geldi. Yok iadeydi, yok faturaydı uğraştı durdu. Gelseydi cillop gibi ürün, bunlar böyle mi olurdu? Neyse işte bugün de nefsime hâkim olamadım ve verdim yine bir şeylerin siparişini. Allah’ım haftaya ve ondan sonraki haftaya aralıklarla kargolar gelecek, ne çok mutlu olacağım. Hüloğğğğ!

Not: Bu arada bir önceki yazımda bahsettiğim kutudan Pınar ile sipariş vermeye karar verdik. Zamanlama olarak Eylül ayını düşünüyoruz. Evi yerleştirdikten ve huzura erdikten sonra siparişlerimizi veririz.

Not 2: İnternette bir türlü istediğim gibi bulamadığım beyaz platform topuklu ayakkabı almak için çarşıya gitmem gerekiyor. Sefa özel tasarım yapmak istediğini ve bu yüzden beyaz ayakkabıya ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu çılgın çocuk yakında tüm evrene graffiti yapacak.

Not 3: Kuzenimin düğünü yüzünden Rock’n Coke’daki sanatsal çılgınlığına katılamıyorum. Bizim üniversiteyi ben organize ediyordum; bir ara, araya giren final, büt ve yaz tatili nedeniyle umutsuzluğa kapılsam da orta oyunu ve pantomim hazırlandı bile. Ekstra olarak yeni atölye fikirlerini de sundum. Hepsi sevinçle karşılandı. Ahh bir de ben de gidebilseydim! İçimde kalacak resmen. Neyse tatile gideceğim hem ben. 🙁

Not 4: Balkona bizimkilerin yanına geçip çay keyfi eşliğinde düğün, dernek, çeyiz muhabbetlerine tam gaz devam edeyim. Evlenen kuzenin mi var, derdin var. Bak bir de sürpriz gösterim hazırlayacakmışım. Pff.

Not 5: Gidiyorum; başka notum yok.

Not 6: Valla son notum; zile basan elleriniz zile yapışır inşallah!

Ha gayret

Öyle çok var ki dilimin ucuna gelip sonra tekrar içimin en derinliklerine gömdüğüm.

Dokunsa kanıyor, dokunsam batıyor.

Bir şeyler önce bedenimin her bir zerresini deşiyor sonra da kalbimin tam ortasına nokta atışı yapıyor. Öyle ki öldürmüyor, yakıyor. İçten içe, kavurarak yok ediyor. Yaklaşan kim olursa onu da çekiyor içine. Sadece yardım feryatları yankılanıyor, ona doğru bedenimden. Kulakları tıkalı, duymuyor. Benden gelecek her şeye kapatmış kendini, kabuğuna çekilmiş.

Üflesem daha çok tutuşuyor, görmezden gelsem sıçrıyor. Konuşmaya çalışıyorum; ne varsa dökmek, dökülmek. Yine ve yine hiç usanmadan her seferinde en başa sarmaktan önce kendim tiksiniyorum. Sonra da sıçradığım herkes. Benden. Bir dönem en çok değer verdikleri kadından… Çünkü hepsi kül oluyor. Yaşanmışlıklar gibi en çok da yaşanılamayanlar gibi.

Bakma öyle. Sen de anlamıyorsun. Hiçbir zaman anlamadın kopan fırtınaları, dinlemedin sessizliğimin gürültüsünü. Dokunduğunda sızladığını bildiğin hâlde sen de dokunmaktan vazgeçmedin. İçim kanarken oluk oluk sadece izledin.

Şimdi küllerim savrulurken dört bir yana ben yeniden diriliyorum.

Yarım

İçim sıkılıyor.
Havadaki oksijen yetersiz kalıyor.
Buradayım ben.
Tam olarak bıraktığın yerde.
Çırpınıyorum.
Şarkı bitiyor. Başka şarkı açıyorum. O da bitiyor.
Her şey bitiyor.
Yarınlar?
Hiçbir şey değişmeyecek.
Nescafe yapıyorum.
Pek sevmem ama köpüklü olunca sevebiliyorum.
Peki ya sen adam, hiç mi?
Soramıyorum.
Başka bir şarkı daha açıyorum.
Hava kararıyor.
O sırada bir de şarap açıyorum.
Şaraba seni katıp içiyorum; boğazım yanıyor.
İçimi zaten yakıyorsun.
Güneş doğuyor ve ben hala şarkı açmaya devam ediyorum.
Yazamıyorum.
Anlamıyorsun.
Yine kapatıyorum.
Peki.
Sen bilirsin.

Seyir Hali

wallpaper-2532734

 

Oluyor. Olmuyor değil. Ne varsa elimde avucumda hepsini bırakıp gitmek istiyorum. İstediğim için de kendime kızmıyorum. Ya da biri alıp çantasını gitmek istediğinde ona kızamıyorum. İzin veriyorum. Onu en iyi ben anlıyorum ama sessizliğe bürünüyorum.

Saatlerce ve belki yine günlerce yolları izlemek istiyorum. Olur da bir yol aydınlık olur, huzur olur diye. Henüz ben daha çalmadan bir kapı aralanır diye seyrediyorum. Hem hasretlerin hakkından en iyi yollar geliyor. Tuz basıyor yaraya. Önce bir çığlık patlıyor içinde ama zamanla acı eşiğini atlatıyorsun. Ne zaman çok özlesem yollara dalıp gidiyorum.

Ben en çok beni özledim. Kendimi.

Yalnızlığımda kulağıma fısıldadığım melodileri.

Oluyor. Olmuyor değil. Ne varsa dünüme gizlediğim hepsini gömüp gitmek istiyorum. Bulanık ve gri yarınlar olmasını kabullenemiyorum. Onun yerine zifiri dünü tercih ediyorum. Bir yere kadar gidebiliyorsun. Koşabildiğin kadar kaçıyorsun. Ama işte bir yerde nefesin kesiliyor. Nefesin içine kaçıyor ve orada boğuluyorsun.

Tanrım. Nefes alamıyorum.

Bir gün gidecek diye gelmesine izin vermediğim ya da gitmesini kabullenemeyeceğim için geldiğini kabul etmediğim adam; yıllarca içimde büyüyor. Benimle yaşlanıyor. Bazen içimden taşıyor, taşkın sulara karışıyor. Tuzlu su akıyor parmak uçlarıma. Burnumda tütüyor, içinde pişirdiği tüm sözler. Öyle ya özlüyor insan.

Uzun uzun izlesek günlerimizin sıradanlığını ve hatta bayatlığını. Sonra onlardan yine kahkaha atacak şeyler çıkartsak. Yılların geçirdiği hüzünlerin bizi savurmasına izin vermesek. Hem sen en çok böyle seversin. Tıpkı kahveyi de sert sevdiğin gibi.

İnsanların çirkin sözlerine karşın kulaklarımızı müzikle kapatalım. Sabahlara kadar susarak durmadan konuşalım. Bizi bize teslim eden ne varsa tadını çıkartalım.

Oysa biz şimdi ne yapıyoruz?

Öksüz kalmış yarınlarımızı izliyoruz.

Hiç hoş değil.

Yaşam şehri

Nereden olursa olsun bavulları toparlayıp gitmek çok zor. İstersen 1 haftalığına, istersen 1 yıllığına… Bir şeyleri ardında bırakmak her türlü zor geliyor insana. İster istemez hüzün sarıyor dört bir yanını.

Ev değiştirmenin bende bu kadar hüzün yaratacağını bilmezdim. 1.5 sene sayılır, orada neler yaşadık ettik biz. Balkonuna ne kahkahalar, odalarına ne gizli saklı gülüşmeler sakladık. Yeri geldi kapıyı çarpıp çıktık, yeri geldi kahvaltı yapalım bağrışlarıyla şenlendirdik. Kimler geldi, kimler geçti o salondan. Ama bir tek biz kaldık. Kaç rakı masası, kaç şarap masası, kaç biralı fıstıklı masalar kuruldu. Hepsi yerinde güzeldi.

Ev taşımak bir ayrı yorucuydu. Hele bir de Eylül ayında o evi temizlemek yerleştirmek bir o kadar daha yorucu olacak. Şimdiden gözümde büyüyor. Ahh tanrım, ne olacak biz göçebe öğrencilerin hâli? Olsun ev arkimle sanatsal bir çalışma yapıp şu an gözümüze sıkıcı bürünen o evi de renklendirip şenlendireceğiz.

Bu yılın son akşamında yine Zanzi’ye gittik. Senenin ilk gününde de sağ ayakla adım atmıştık. Böyle hep bir duygusallık vardı. Buram buram mezun ettiklerimizle vedalaşmak çok ağır geliyordu. Hayat bu sen istesen de istemesen de birilerini hep koparıp atıyor başka dünyalara. Tüm akşam; yıllar boyunca yaptığımız tüm aptallıklar, gülüşmeler, çalışmalar hepsi gözümüzün önüne geliyor. Hey gidi İzmit.

En azından beni bir avuntu sarıyor. 1 yıl daha Tuğba. 1 yıl daha buralarda demir ağı örmeye devam edeceksin. Sonrası diyorsun hepsi koca bir muamma. Olsun, bu da bir başlangıç. Belki sonu, sonucu olmaz. Diyorum ya istersen 1 haftalığına ayrıl; o şehirden giderken bir hüzün kaplıyor. Böyle nasıl desem bir başka oluyor insanın içi. Hele ki bir de son sene, mezun olma duygusu şimdiden ayaklarına dolanıyorsa içi içine sığmıyor insanın. Eski ev arkime veda edip yeni ev arkime hoşgeldin demek bile çok buruk yahu.

Diyorum ya bir şehri güzel yapan yaşadıklarımızdır diye. Bu şehri de her gün biraz daha anı örerek biz güzelleştirmedik mi? Hangi köşesinde barındırmadık anılarımızı? Kavgalarımızla gürültülerimizle güzel o şehir.

Şehri terk ederken eşek kadar 3 bavul, 1 sırt çantası, 1 kol çantası, 1 poşet ile veda ettim. Hele bir de Efetur yazıhanesinde adam; hayırdır şehri terk mi ediyorsun, dönmeyecek misin sorusuna panikle “ayy yok yok geleceğim ben, valla geleceğim, hep geleceğim.” cevabını vermemle kahkahalarımız bir oldu. Geleceğim ben ya! Bekleyin beni.