bazenöyleolur

Kendimi bile çizmiştim kahraman olurum umuduyla.

Buruk Sancı

1Biraz soğuk bir karşılamaydı; öncekilerinden çok daha farklı bir görüşme olacağını daha karşısına oturmadan anlamıştım. Nasıl hissederiz bilmem ama insan hissediyor işte. Daha evden çıkarken bile son kez onun için hazırlandığını hissediyorsun.

O günü ne kadar ertelemeye çalışırsan çalış dank diye geliyor ve sen hiçbir şey yapamıyorsun. Yine ince bir titizlikle hazırlandım ama içim öyle sıkılıyordu ki nefes alamıyordum. Bir balkona çıkıyor, bir ayna karşısına geçiyorum. Bir şeyler ters gitse de şu evden adımımı atmasam diye çok çaba harcadım. Ama her şey öyle muazzam bir şekilde ilerliyordu ki terslik olmadığı gibi her zaman bir hata yaptığım makyaj bile tek seferde çok güzel olmuştu.

Evden adımımı atarken bu hislerini ve kuruntularını burada bırak diye kendimi temkinledim. Otobüs beklerken bu sefer geç gelse diye kendimi dua ederken bulduğumda; at artık şu kafandan kötü düşünceleri diye bu sefer sinirlendim. Kulaklığımı takıp her zaman oturduğum köşeye geçtim. İnsanları bu köşeden izlemek her zaman zevk verirdi. Bu sefer insanların beni izlediğini düşündüm. Hatta üzgün gözlerle bana baktıklarını birazdan ağlayarak koşa koşa bu şehri terk edeceğim için acıdıklarını hissediyordum. Elbette böyle bir şey yoktu. Her zamanki gibi yine saçmalıyordum. Zaten kafamızda kurduğumuz şeylere önce kendimiz inanıyoruz. Öyle de oldu; önce kendim inandım.

Durakta inip dükkanları baka baka buluşacağımız yere giderken tamamen bu kötü düşünceler uçup gitmişti. Ta ki o masaya yaklaşırken ayaklarım geriye doğru gidene dek. Boğuluyordum, kalbim sanki atmıyor resmen beni parçalıyordu. Bir an başımın döndüğünü sandım. Ama o çift göz beni başıyla selamladı. Daha sonra elimi tutup yerleşmeme yardım etti. Kuru bir nasılsın dedi. Sadece kuru bir nasılsın. Yıllarımı verdiğim o adam bana onca yaşadıklarımızdan sonra sadece kuru bir nasılsın dedi. Ne istersin diye sorduğunda sadece soğuk su diyebildim. Nasılsın ve ne istersin? Bu çok acımasızcaydı.

O an emindim yani o masaya oturduğum an her şeyin bittiğinden emindim. İnsan anlıyor her şeyi. Yıllarca yediğiniz içtiğiniz aynı olan bir insanla yolun sonuna geldiyseniz tek bir bakışından bile anlayabiliyorsunuz. Yine de daha asil bir davranış bekledim. Belki telefonla arayıp bitti demesinden daha iyi olabilirdi ama yine de yaşadıklarımızın yanında çok alafranga kalıyordu. Hele bir de hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi sıradan bir güne devam edişi yok muydu; onu oracıkta öldürmeliydim.

Hiçbir şey yapmadım. Sadece kahveyi içmesini uzun uzun izledim. Yüzünün her bir milimini aklıma çizdim. Dudaklarından dökülen her bir yeni kelimeye tutunmak istedim. Bu da olmadı. Böyle olmamalıydı dedi. İşte o konuşma başlıyordu; dayanamadım.

Bana bir şey açıklamak zorunda değilsin. Lütfen. Kahveni bitirdikten sonra kalkabiliriz dedim.

Onca yılın verdiği tecrübesine dayanarak benim anladığımı ve o konuşmayı duymak istemediğimi anlamıştı. Dediğim gibi de oldu. Kahvesini bitirdi ve her zamanki gibi beraber kalktık. Yine masada unuttuğum telefonumu arkamdan toplayıp arkana bakmayı alışkanlık edin olur mu dedi. Yani ben artık yokum, telefonunu orada burada bırakıp gitme demek istedi. Sadece gülümsedim ve çıktık. Sanırım en zor kısımda orasıydı. Önce beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Sonra da beni bugün hiç bekletmedin diye kulağıma fısıldadı.

Nasıl ayakta durduğumu bilmiyorum. Hadi onu geçiyorum, nasıl ağlamadığıma hâlâ akıl sır erdiremiyorum. Az önceye kadar her bir milimi benim olan adama uzun uzun son kez baktım.

ve sonra ben sola, o da sağa döndü.

Yorum Alanı